Bundan 132 yıl önce Girit’te doğan Cevat Şakir’in bugün (17-Nisan) doğum günü. Balıkçısı, filozofu, emekçisi, hükümlüsü olduğu Halikarnassos’ta çok da şanına yakışır olmayan etkinliklerle anılır gibi oldu. Çok da ruhu..
Bundan 132 yıl önce Girit’te doğan Cevat Şakir’in bugün (17-Nisan) doğum günü.
Balıkçısı, filozofu, emekçisi, hükümlüsü olduğu Halikarnassos’ta çok da şanına yakışır olmayan etkinliklerle anılır gibi oldu. Çok da ruhu yoktu bu gürültülü faaliyetin.
Daha doğrusu ruhundan da öte iki önemli eksikliği vardı bu curcunalı meşgalenin. İlki Cevat Şakir yoktu. İkincisiyse Bodrum’un esamesi…
Söz gelimi empati kuralım. Cevat Şakir yaşıyor olsaydı bu gaydırı guppak etkinliklerden birisine katılır mıydı? Kazara yolunu şaşırıp katılsaydı, “Aganta, burina, burinata” diyerek iç geçirip, ne kadar zamanda koşar adım terk eylerdi o kasvetli kumpanyayı. Terk eylemezse; “Aganta, burina, burinata” kutsal üçlemesinden, “Avanta, lavanta, cebinata” çıkarma çabasını alaycı bir tebessümle seyreylerdi. Terk eylerdi, seyir eylerdi olasılıkları arasına sığmayacak denli zengin bir yürek sevdalanmasıydı ondaki bu bereketli topraklar üzerine vurgunluk. Tabi onun sıktığında tohum, yaşam, bereket düşürdüğü bu topraklarda, avro-dolar kirli düşler görenler de elbette olacak. Kirli düşler; sahiplerinin karanlık kabusu olmuyorsa eğer, bu kalp kurusun. Denizin tuzuysa; bu kalbin bir atımlığına, bir sıkımlık şifa dahi olmasın…
Katkı koymakta oldukça gönüllü olan sanat, edebiyat, tarih emekçilerine tek kelime söz söylemek hadsizliğin daniskası olur kesinlikle. Ama, “Fadime’nin düğününde halay çekelim” tarzı bu aceleciliğin mutlaka perde gerisinde mühim ve de tamamen duygusal bir iz düşümü vardır. Ve kesinlikle; “Bizi Affet Balıkçı” diye bir yazı da kaleme alınmayacak bu ebedi mavilikler ülkesinde ona dair.
Sorgulama sürecini, gölge oyunundaki iplerin ucunu tutan parmakların daha net görüneceği aydınlık zamanlara ertelemek gerekebilir. Cevat Şakir’e iyi ki; doğdun Bodrum’un has evladı deme bahtiyarlığındayız bugün.
Ona “İstiklal Mahkemesinde” önce idam, sonra Bodrum’a sürgün dediler. Yargı konusu çarpıtılanın aksine “Resimli ay” dergisinde askerlikle ilgili yazmış olduğu bir yazıydı. Yani suç siyasaldı, yargılayan kurumda süreç karara değin siyasal işledi.
Daha sonra Halikarnas Balıkçısı mahlasını alacak olan Cevat Şakir’in dört asker kaçağının kadersizliğiyle ilgili olarak Hüseyin Kenan takma adıyla kaleme aldığı 13 Nisan 1925 tarihli “Hapishanede İdama Mahkûm Olanlar Bile Bile Asılmağa Nasıl Giderler” başlıklı öyküsünden ötürü dergi kapatıldı ve sorumlu müdür Zekeriya Sertel ile Cevat Şakir İstiklâl Mahkemesi’nde yargılandı.
Kısa süren bir yargılama sonunda Zekeriya Sertel üç yıl Sinop’ta kalebentliğe mahkûm edildi. Bu zindan bugün adetâ bir zulüm müzesi olarak duruyor. Benim de birkaç kez gezmişliğim vardır.
Cevat Şakir de İstanbul İstiklâl Mahkemesi tarafından “Memlekette isyan bulunduğu sırada, askeri isyana teşvik edici yazı yazmak”tan suçlu bulundu. Mahkeme başkanı Ali Çetinkaya tarafından idama mahkûm edilmek istendiyse de, Kılıç Ali Bey’in önerisiyle kalebentlikle Bodrum’a sürüldü. Üç yıllık sürgünlüğünün yarısını Bodrum’da tamamladı.
Cevat Şakir, cezasının diğer yarısını da İstanbul’da tamamladıktan sonra, sürgünlük döneminde çok sevdiği Bodrum’dan uzak kalamadı ve yeniden dönüp yaklaşık yirmi beş yıl orada yaşadı. O dönem Bodrum ekmek kavgalarının, süngerin, aşkların, acıların, dalgaların, ak köpüğünün yerel boyuttan sıyrılıp evrensel boyuta taşındığı bir mekan olmaktan henüz uzaktı. Ve yine Bodrum da henüz ondan, onun kendisine katacağı seviden habersiz karanlık bir muammaydı. Serüvenin geri kalan eşsiz yolculuğunda ne Bodrum ona, ne de o Bodrum’a hiç ihanet etmedi. Yalnız Bodrum ona borçlu kalmanın minnettarlığını hep hissetti.
Yokuşbaşı’ndan aşağı…
O da aşkını şu dizelere resmetmişti: “Yokuşbaşından aşağı indiğinde Bodrum’u göreceksin/ Sanma ki sen geldiğin gibi gideceksin/ Senden öncekilerde böyleydiler/ Akıllarını Bodrum’da bırakıp gittiler.”
Bodrum özelinde onda ki sonsuzluk, sessiz büyüdü ve büyüledi. Ona göre “başka yerde nur içinde yatılacağına, Bodrum’da nur içinde yaşanır”dı.
Aganta, Burina, Burinata onun eşsiz coşkusunun, denizle örtüşen özgürlük tutkusunun dışavurumuydu. O, adaletsizlik ve ikiyüzlülük dışında yaşama dair tüm renklerle barışıktı. Bodrum’da da bu anlamda aradığı en verimli toprağı buldu. Ve ekti büyük bir iştahla dünyanın en güzel tohumlarını, “Mavi Karanlık”a tüm göz kamaştıran ışıkları iliştirerek.
O bizim “MAVİ SÜRGÜNÜMÜZ”. Uslanmaz yolcusu sevdanın, sabrın, begonvillerin ve palmiyelerin gölgesindeki ütopyaların. Mahkumiyetine neden olan siyasal yazıyı her toprağa tohum düşürüşünde yeniden ama yeniden karanlığa inat kaleme alıyordu. O “Halikarnas Balıkçısı” olarak bir tek kendi yüreğine avlandı. Tarihin babası “Heredot” M.Ö. 484 yılında Halikarnassos’da doğmadan önce, buraları Dor’lar tarafından işgal edilmişti.
Oraları, buraları çişini tutamayan şimdiki popçular tarafından yıkılmadan önceki o zaman diliminde, birbirlerine egemenlik sağlama çabası içerisindeki Ionia ve Likia işgalcilerinin arasında kalan küçük Karia (Bodrum) coğrafyası barışa ‘yes de gari’ tercihinde netti. Heredot’a göre Karia’lılar Leleg’lerden gelmedir. ‘Acınmaktansa, kıskanılmak daha iyidir’ sözü Heredot’un gayri resmi tarihçi yüzüdür. Yine Heredot’un yetişmesinde belirleyici etkisi olan dünyanın ilk kadın amirali Artemisia’nın kimliğinde de Bodrum cinsiyetçi egemenliği reddetmiştir. Heredot, Bodrum’da, tarihe sistematik bir temel kazandırmıştır.
Bodrum, sadece yazan ve yazdığından dolayı aldığı mahkumiyeti büyük bir vakurla üstlenen Balıkçı’dan, ya da düşünen ve düşüncesini tarihle bezeyen Heredot’tan ibaret değildir.
Bu memleketin bir de isyancısı vardır. Dağlara çıkan, mavzer atan, ki bu Osmanlının son dönemine yetişebilen Halil Efe’dir. “Tütün rejisi” tekelinin adaletsizliğiyle İstanköy’e kaçak tütün götürüp, oradan kaçak içki, kahve v.s. getirerek geçim çabasında olanlardan Halil Efe. Yaptığı iş gibi, sevdası da kaçaktı Halil Efe’nin…
İktidarın mülki amiri kaymakam, Halil’in yavuklusu Gülsüm’e göz koyunca… Şartlar Kaymakam’dan yana, iktidarın gücü ve nimetleri hizmetinde. Buna bir de Halil’in kaçaklığı eklenince tarihteki “Bolubeyi-Köroğlu” çatışmasının tekerrürü yaşanır.
Tek farkla kazananı kaybedeni yer değiştirmiş. Ama aynı sezgi dağa davet eder farklı zaman dilimlerinin isyancılarını. “Ferman padişahınsa, dağlar bizimdir”. “Seni saklar vermez ele canım, dağlara gel dağlara…” Yüreğindeki sesi ruhunda dağa taşıdı ve (Resmi ideolojinin halen sevimli, babacan göstermeye çalıştığı) kaymakama bayrak açtı. Bedelini Bitez Yalısı’nda canıyla ödedi Halil ama hiçbir zaman onurundan taviz vermedi… Cevat Şakir sürgün, Heredot düşünen, Halil Efe ise isyan yüzümüzdü.
Balıkçı’nın “Roma’yı gör de öl, Gökova’yı gör de yaşa” diye tanımladığı bu bereketli topraklar, nice değerlerin yaşanmışlık, yaşanan ve yaşanacak olan bağını kurarken hiç kördüğüm olmadı.
Azra Erhat, Karia’lı Prenses, Heredot, Cevat Şakir, Mina Urgan, Sudi İlkorur, Halil Efe, İlhan Berk, Saynur Gelendost, Aydın Şenesen… ve daha nicesi yaşadı ve yaşamakta bu bereketli topraklar üzerinde.
Biz “mavi sürgünümüzü, düşünmeyi ve isyanımızı” çok sevdik, sevmekten de vazgeçmeyeceğiz. Öyle olmalıdır da, ‘Bodrum’dan başka Bodrum’ olmaması aşkına. Acıyacaklarına kıskansınlar, onurlu olanı da, yakışanı da bu değil mi? Boşuna mı bunca emek, mücadele, yaşanmışlık…
Tarihe söz verdik, tarihle randevumuz var. Bodrum’un hazine ve orman arazilerini satışa çıkaranlar bilsinler ki Bu memleket sahipsiz değildir. Ferman Ankara’nın ise Bodrum bizimdir. Görüldüğü üzere ”Gün geldi, devran dönüyor. Bize ait bu emsalsiz değerlerin hepsini geri alacağız. Üzerlerindeki beton çöplüklerini de yıkıp, denize dökeceğiz. Onlarla buradan karşı kıyıya (Cos’a) kardeşlik köprüsü kuracağız o moloz yığınları ile… Hiçbir günah karşılıksız kalmamıştır. Hele de o günah Halikarnassos’da işlenmiş ise… Nazım’ın dediği gibi:
“İnsan olan vatanını satar mı?
Suyun içip ekmeğini yediniz.
Dünya’da vatandan aziz şey var mı?
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?”
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)