Yazarlar

Derin Yoksulluk Kader Olabilir mi?

Yoksulluk öncelikle ve şüphesiz ki bozuk giden düzenin sonucudur. Toplumsal yaşama geçişten başlayarak;Toprakta çalışan ve çalıştıranlar,Saray ya da konaklarda hizmet edenler ile ettirilenler,Sokakta yaşayanlarla görkemli yapılarda pasta yiyip, kadeh kaldıranlar,Karnını..

Derin Yoksulluk Kader Olabilir mi?
Çiğdem Erko Torba barınağı
Çiğdem Erko

Yoksulluk öncelikle ve şüphesiz ki bozuk giden düzenin sonucudur. Toplumsal yaşama geçişten başlayarak;
Toprakta çalışan ve çalıştıranlar,
Saray ya da konaklarda hizmet edenler ile ettirilenler,
Sokakta yaşayanlarla görkemli yapılarda pasta yiyip, kadeh kaldıranlar,
Karnını doyurmak için hırsızlık yapacak kadar çaresizleşenlerle, insanı ve emeğini sömürenler ve onların yalakaları hep vardı.
En derin biçimde yoksulluğun, en yukarlarda zenginliğin ve sömürünün yaşam biçimi olduğu çağlardan geçti insanoğlu.
Toplumun gelişimi, sosyal, siyasal ve ekonomik pek çok nedenle ilerledi ama en önemlisi yasaların hayata geçmesi, insan haklarının konuşulur olması, toplumun çoğunluğunu oluşturan ve emekleriyle geçinenlerin hak ve özgürlükleri konusunda emek veren bazı önder-düşün insanlarıyla, bu yola baş koyan, tarihte yerini almış liderlerin çalışmaları, toplumsal düzende yer almaya başladı.
Feodalizm, Kapitalizm, Sosyalizm, Komünizm , Monarşizm, Liberalizm, Anarşizm, Merkantilizm, Otoriteryenizm, Nasyonalizm, Militarizm, Totalitarizm gibi pek çok sistem ve alt düzene kurban edildi insanlık, gücü elinde tutan diğer insanlar tarafından…

Zenginler daha zenginleşti , güçlüler gücüne güç kattı. Aileler sözde asil(!) soylar üretti, üretim araçlarını zincirlediler emekçi kitleye ve açlık sınırında yaşamaya mahkum ettiler. Tüm eksikliğine karşın demokrasinin ortaya çıkışının başladığı Atina demokrasisi ile başlayan sistem, kendini güncelleyerek günümüze ulaştı ve halen pek çok ülkede, farklı biçimleriyle uygulanıyor.

Tek Ulusal liderimizin başlattığı ve saray/ meşrutiyet yönetiminin tarihe gömüldüğü, Cumhuriyet ile tanıştığımız 1923 den bu yana, demokrasi tanımını öğrendik, insanın ve emeğin önemini, toplumsal ve ekonomik alandaki değerini anlamaya, eşitlik ve adalet olmadıkça toplumların gelişemeyeceğini, açlık ve yoksulluğun bitmeyeceğini yaşayarak, deneyimleyerek, bedeller ödeyerek anladık.

Bunları hepimizin az ya da detaylı bildiğinden hiç şüphem yok ama ara sıra hatırlamakta ve nasıl bir çılgın yuvarlanışın içinde olduğumuzu anlamakta yararı olacaktır diye düşünüyorum.
Özellikle covid dönemiyle yükselen ve art arda gelen ekonomik krizlerle toplumun %80-82’isini etkileyen bir noktadayız ve derin yoksulluğu konuşuyoruz.
5.323 TL açlık sınırı bir Tüik açıklamasıdır ve bu rakamın içinde sadece temel gıdalar bulunmaktadır. Yani asgari ücret ile yaşamak zorunda bırakılan 10 milyon küsur vatandaşın; (ki bu kayıtlı olan rakam, kayıtsız çalıştırılan emekçi sayısı korkunç boyutlarda,) aileleriyle ulaşılan boyutuyla, 40-50 milyon nüfusun açlık sınırında yaşadığı gerçeğini bir tokat gibi çarpıyor utanmayan suratlara.
Et ve süt ürünlerinin tadını unutan ve sebze ile ot ile, bulgur, nohut fasulye ile beslenen bu kesim, artık pazarlarda yerden döküntü topluyor.

Yıllardır “Sosyal yardım” denilen garabet bir tanımla sadaka kültürüne alıştırılmaya çalışılan insanımız, iş bulamadığı, çocuğunu okutamadığı, kirasını ödemekte çok zorlandığı için bu sözde yardımlarla yaşamaya mecbur bırakıldı. Ama bu yaşamları iyileştirecek, ekonomik eşitliği sağlayacak, Anayasal hakların uygulanmaktan öte güncellenerek yeni haklar verilmesine yol açacak iyileştirmeleri yapmak için tek bir proje yapılmadı. Yapılmamanın da ötesinde sahip olduğumuz ekonomik değerler satıldı, toplanan vergiler vatandaşa hizmet olarak dönmedi. Yeni sermayedarlar, yeni zenginler, yeni sınıflar, yeni organize çeteler yaratıldı.
Derin yoksulluk üzerine tek bir kelam edilmedi, şükretmek önerildi.
Başta Bodrum olmak üzere kıyı yerleşkeleri iş için göç eden ve açlık sınırında yaşayan vatandaşlarımızla

dolup taşıyor. Hatta son dönemde buna mülteciler de eklendi. Tablo o kadar vahim ki, görmedikçe, bizzat dinleyip göz göze gelmedikçe, ne kadar vicdanlı olsanız da anlamanız, içselleştirmeniz mümkün değil.
İçselleştiremediğimiz, bizzat projede yer almadığımız sürece bir an için üzülür ve unuturuz , insan doğasıdır bu, önce ben der.
Sosyal haklar; demokrasinin gereği olarak ulus kavramını hak eden toplumlarda uygulanan, kimseyi aşağılamayan, ötekileştirmeyen, vicdani duygulara gerek bıraktırmayan temel bir yurttaşlık kavramıdır. Bunu “yardım” olarak sunmak, ihtiyaç sahiplerine geçici çözüm sağlamak , yönetim kadrolarının kendileri adına siyasi puan toplamak, bu kitleleri yeniden iktidar olmazlarsa aç kalacaklarına inandırmaktan ibarettir.

Beceriksiz yönetimler açlık ve yoksulluğu yardımlarla büyütür sadece, iş vermez, konut ihtiyacını karşılamaz, hasta bebelere ücretsiz ve tam bir sağlık harcaması yapmamak için bir sürü mazeret üretir, yoksulluktan okula gidemeyen çocuklarımızın varlığını görmezden gelir, açlıktan 12-13 yaşındaki kız çocuklarımızın evlilik adı altındaki mağduriyetlerini adeta olumlar, çünkü yok sayar.

Derin yoksulluk sadece açlık sorunu değildir, çocuklarımızın geleceklerinin çalınmasıdır, kadınlarımızın erken yaşta hastalanması, evlatlarını öksüz bırakması, toplumca hor görülen bazı geçinme yollarına baş vurmak zorunda kalmasıdır. İntiharlardır , akıl sağlığını yitirmektir, şiddettir, toplumsal çürümedir, insanlığın bittiği son noktadır yoksulluk.
Ve Bodrum’un da bundan nasibini almaya başladığını görmekten fazlasıyla etkilendiğim bir dönemdeyiz.

20 yıldan bu yana içinde olduğum toplumsal/siyasi yaşamımda en fazla etkilendiğim, ‘ne yapılabilir’i düşündüğüm bir noktadayım.
Bunu hepimiz görüp, dayanışma yapmayı düşünmezsek, çözüm olabilecek önerileri hayata geçirme noktasında partiler, kent konseyi, mahalle toplantıları gibi mecralarda dile getirip örgütlenmezsek, Türkiye yoksulluğun getirdiği yozlaşma, şiddet ve cehalet karmaşasında kazanımlarını yitirmeğe devam edecek, herkes en olumsuz biçimiyle bundan etkilenecek, adalet ve ulusun gelişimi geriye saymaya hızlanarak devam edecektir.
Tekrar olacak ama yineliyorum, açlık sınırı ve bundan etkilenen nüfus Türkiye’nin en önemli sorunu, insanlığın geldiği son noktadır, köprüden son çıkıştır en net deyimiyle, bu çıkışı kaçırmak tüm toplumun ağır bir bedel ödemesine yol açacaktır.

Nasıl ki şükretmek yetmezse, sadece üzülmek ve sebep olanlara küfretmek de yetmez, çözümün bir parçası olmak zorundayız.
Sevgiyle…

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL