Bir yıl önce benzerini ‘face’de yayınlamıştım tekrarlardan ötürü özür dilerim. Ancak hatırlatmayı kendime iş edindim, eskilerde bir değişiklik yok da yeniler günden güne yozlaşıyor. Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman..
Bir yıl önce benzerini ‘face’de yayınlamıştım tekrarlardan ötürü özür dilerim. Ancak hatırlatmayı kendime iş edindim, eskilerde bir değişiklik yok da yeniler günden güne yozlaşıyor.
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken zamanın bir yerinde, Ramazan geldi diye insanlar çok mutlu olurmuş.
Niye…. Şimdi olmuyorlar mı?…. Bilemedim, ben mutlu olamadım, olan var mı?
Nerde o eski Ramazanlar demeye gönlüm razı da değil, günümüzde Ramazanları daha refah daha neşeli geçirebilmemiz gerekirdi. Eski günlerde çok daha fazla eksiğimiz vardı, paramız daha kıttı, teknoloji gelişmemişti, elektrik yok, televizyon yok, cep telefonu yok, bazı ihtiyaç maddelerine ulaşımımız daha zordu ama bugün ile kıyaslarsak çok daha mutluyduk, Ramazanı daha bir coşkuyla karşılar Ramazanın gelmesini sabırsızlıkla beklerdik.
Ramazan yaklaştıkça coşku artar mağazalarda ürünler bollaşır çeşitler çoğalırdı. Gerek yiyecek gerek giyecek seferberliği yaşandığından zekât vermek, ihtiyacı olanı sevindirmek, bayram ikramiyesi gibi geleneklerle esnafı da çalışanı da sevinir Ramazan Bereketi olarak anılırdı.
Ramazan boyunca terziler, ayakkabıcılar harıl harıl çalışırdı. Herkes ya yeni giysi diktirir ya da giysilerinin tamirini yaptırır yeniletirdi. Ya yeni ayakkabı yaptırılır ya da bakımdan geçirtilir gıcır gıcır boyanırdı. Elbette hafızanız almıyor belki ancak hazır giyim henüz icat edilmemişti. Takım elbise, pantolon ve gömlek için kumaş alınır terziye verilir, ayakkabı için model seçilir ayağın ölçüsü alınır sipariş verilirdi. Altı eskimiş ayakkabıların altı ve topukları yenilenirdi. Yeni giysi ve ayakkabılar için bir-iki kerede provaya da gidilirdi. Kadın erkek eşitsizliğinin elbette daha fazla olduğu zamanlardı, kadınlar kız çocuklarının ve kendi elbiselerini diker, dikiş bilmiyorsa mahallede bilene diktirir, erkekler terzilere giderdi. Belki büyük şehirlerde vardı ancak bizim kasabamızda kadın terzisi yoktu.
Ramazanda herkes kesenin ağzını açtığı için esnaf iyi iş yapar evlerde bolluk olurdu. İftar ve sahur sofraları daha bir özenli hazırlanırdı. Sahura çoluk çocuk herkes kalkar, yatarken “anne beni de kaldır” diye tembih ederdik. Büyükler oruç tutar tutmayanlar da oruç tutanlara saygısından tutmadığını açık etmez, saklamaya çalışırdı. Biz çocuklar da oruç tutacağız diye tuttururduk ki biz çocuklara göre de oruç tutma usulü icat etmişlerdi. Çocukların gelişme çağımda sürekli gıda alması gerektiğinden TEKNE ORUCU diye bir oruç şekli icat etmişlerdi. Üç öğün yemek yenir, sahur, öğle yemeği ve iftar, ancak aralarda yeme içme yapılmazdı, biz de oruç tuttuğumuza sevinirdik. Ancak çocuk enerjimizle oynamaktan koşturmaktan çok susar orucu da unutur su içerdik ki eyvah oruç bozuldu diye aklımıza gelir, olsun yarın tutarım diye teselli bulurduk.
Ramazan boyunca bizi en çok heyecanlandıran sahur ritüeliydi. Çocuklar da kalkıyor diye özenilir ailece sabaha karşı bir merasimle yenen o yemek bizler için büyük bir zevkti. Ramazan davulcusu Ali Dayının kendine has tempoda vurduğu davul ritmi duyulunca kalkılırdı. Tek başına mıydı yardımcısı da davulla geziyor muydu bilemiyorum, koca Bodrum’u dolanıp herkesi uyandırıyordu. Sahurun bitişi top atışıyla duyurulurdu.
Sahurda ve iftarda top patlaması sesi, kalenin trafo tarafındaki duvarın üzerinde dinamit patlatarak yapılırdı. Bizim Kumbahçe Mahallesi’nden topun patlayışı izlendiğinden iftar zamanı sahilde hazır bekler ramazan topçusunun top patlatılan yere gelişi görülür, “TOP PATLIYOOO” diye bağırarak ilan eder, topun patlamasını izlerdik. Dinamitin fitilini ateşleyen ramazan topçusunun kaçışı ardından, önce duman görünür ardından sesi gelirdi. İşte o zaman ışık hızıyla ses hızı farkının ayırdına varmıştım. Top patlaması ardından hep beraber “TOP PATLADIIIIIIII!” bağrışlarıyla evlerimize koşardık.
Top atıcısı bizim mahalleden, patlatılan dinamit, patlayıcı madde bayisi babamdan alındığı gibi Ramazan boyunca bizim evdeki kurmalı çalar saat top atıcısına geçici göreve giderdi. O zamanlar çalar saat her evde yoktu.
Ramazan davulcumuz Ali dayı, Ramazanın ilerleyen günlerinde her gece bizi sahura kaldırma zahmetinin ücretini almak üzere, sahurda sokak sokak dolaşarak maniler söyler bahşişini toplardı. İşte o anı iple çekerek beklerdik. Davul çalarak sokağa girdiğinde zaten her yer zangır zangır titrer uyuyan kalmaz herkes pencerelere çıkardı. Ali Dayı yanında bayrakçısı ile birlikte sırayla evlerin önünde durur biliyorsa ki çoğunu da biliyordur evin reisinden başlayarak maniler okurdu. Evin reisinin ismi aklına gelmedi ya da bilmiyorsa maniyle özür dilerdi.
Davulcun kapıya geldim
Cümlenize selam verdim
Darılmayın iki gözüm
İsmini almaya geldim.
Pencereden isim verilir, ismini aldığı evin reisinin ya da önceden biliyorsa ramazanını kutlardı.
Besmeleyle çıktım yola
Selam verdim sağa sola
İki gözüm Recep efendi
Bayramınız mübarek ola
Ali dayı pencerelerden gelen istekler üzerine maniler okurdu. Bu istekler evdeki yaşayanların ismi söylenerek yapılır Ali Dayı manisini o isme ithaf ederdi. Yorulunca mola vermek ister, maniyle anlatır o arada evin reisi gider bahşişini ve hediyesini verir gereken ikramını da yapardı.
Bizim cami direk ister
Söylemeye yürek ister
Benim karnım toktur ama,
Bayrakçım da börek ister.
Bazı sokaklarda çok fazla hane olmaz 3 – 4 kapı gezdikten sonra sokak ahalisi biter diğer sokağa geçmek için mani söyleyerek izin isteyip veda ederdi.
Şekerim var ezilecek
Al tülbentte süzülecek
İki gözüm Müşerref Hanım,
Çok yerim var gezilecek.
Bayrakçısı elinde uzun bir sırığın ucuna takılmış Türk bayrağı taşır, verilen bahşiş ve hediyeleri alırdı. Bayrakçının elindeki bu bayrak sahur gezilerinde karanlıkta görülmediğinden çok özen gösterilmez ancak Bayrakçı 3 Bayram günü boyunca gündüz yapılan yine bu mani gezilerinde şık bir gönder ve üzerinde özenle seçilmiş Türk bayrağı taşırdı.
Ali Dayı, uzun yıllar en azından benim çocukluk yıllarında, Ramazan davulcumuzdu ve çok güzel ağdalı bir sesi ve çok iyi bir makamla müzisyen kalitesinde maniler okurdu. Ramazan bayramının 3 günü boyunca gündüz yine sokak sokak dolaşır son bahşişlerini de toplardı. Biz çocuklar etrafında çember oluşturur bir süre Ali Dayı ile birlikte gezerdik. Ali Dayı’dan sonra bu işi yapmaya çalıştılarsa da en azından o kaliteyi tutturamadılar bayram heyecanımız da söndükçe unutuldu gitti.
Bayram arifesi heyecanların doruk noktasına ulaştığı günlerdi. Evlerde tatlı bir telaş, bayram tatlıları ya da ikramları hazırlanır. O gün ekmek fırınları vızır vızır çalışır fırında yemekler, tatlılar pişirilirdi. Biz çocukların gözü bayram sabahı giyeceğimize takılı kalır gezeceğimiz haneleri tasarlar, giysileri başucumuza asar beraber uyurduk. Derler ya yeni ayakkabımı yastığın altına koyar uyurdum diye, aynen öyle. Çünkü yeni ayakkabı ancak bayramlarda alınırdı. Şimdiki gibi canın sıkıldıkça gidip ayakkabı alınmazdı. Hem gücümüz yoktu hem de ayakkabı bolluğu.
Bayram sabahı erkenden kalkar hemen giyinmeye kalkışırdık ki annem bekleyin kahvaltınızı yapın sonra giyinirsiniz diye bizi sakinleştirmeye uğraşırdı. Kahvaltıdan sonra giyinilir, önce anne baba elleri öpülür bayram harçlıkları alınır ve ardından haydi bakalım önce amcanın, sonra dayının, sonra teyzenin ellerini öpün diye evden yönlendirilerek uğurlanırdık.
Kardeşler el ele tutuşur söylendiği sırayla en büyük akrabadan başlamak kaydıyla evler gezilirdi. “Aman da aman ne güzel olmuşsunuz” övgüleriyle karşılanır, misafir gibi ağırlanır, eller öpülür, ikram edilen tatlılar yenir, mendil içerisinde bayram harçlıkları verilirdi. Mendilsiz harçlıklar eline verilmez erkeklerin cebine kızların çantasına konurdu. Sair günler olmasa da bayramda kızların taşıdığı illaki küçük bir çantası olurdu.
Görevler tamamlanıp akrabalar gezildikten sonra kapı kapı dolaşıp bayramlaşmak çocukların inisiyatifi ölçüsünde gerçekleşirdi. Her evde kapı çalınıp bayramlaşmaya gelecek çocuklar için çikolata, bayram şekeri ve bozuk para bulundurulur gelen memnun edilirdi.
Toplanan bayram harçlıkları gönlünce harcanır kimse hesabını sormazdı. O 3 gün boyunca bayramlıklar üzerimizden çıkmaz çarşıda ya da bayram yerinde hazırlanmış bayram eğlencelerinde eğlenir vakit geçirirdik. Bayram günlerinde özensiz giyimli bir tek kişiye rastlayamazdınız.
Bizler de ebeveyn olduğumuz zamanlarda kapıya çocuklar gelir diye bayram şekeri çikolata ve bozuk para bulundururduk ancak son yıllarda kimse gelmediğinden çikolata ve şekerlerin hepsini biz yedik şişmanladık.
Bolluğa, her şeye kavuştuk derken yanlış politikalarla zor günleri yaşar olsak da yine de o günlerin yoksunluğunun çok ilerisindeyiz. Ne var ki insanlığımızı kaybettikçe ne Ramazan coşkumuz ne de insan sevindirme sorumluluğumuz kaldı. Bir varmış bir yokmuş olarak anılmaması için önce kaybettiğimiz insanlığımızı bulmamız lazım.
Saygılarımla İyi Ramazanlar…
Yazı: Ali Dizdar
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)