Yazarlar

Ayçiçek Yağı ve Doğalgazın Düşündürdükleri

Canlanıştır İlkbahar, hele ki uzun ve zorlu geçen bir kışın ardından sanki yeniden uyanıştır yaşama..Karanlık bir tünelden aydınlığa varış, uzuunn süren bir uykulu hâlden, gerinerek, derin nefesler alarak bir tür..

Ayçiçek Yağı ve Doğalgazın Düşündürdükleri
Çiğdem Erko

Canlanıştır İlkbahar, hele ki uzun ve zorlu geçen bir kışın ardından sanki yeniden uyanıştır yaşama..
Karanlık bir tünelden aydınlığa varış, uzuunn süren bir uykulu hâlden, gerinerek, derin nefesler alarak bir tür uyanıştır ilkbahar.
Kış güneşi sıklıkla var olsa da, rüzgarları kovalamış, adeta yorgun düşmüş bir durumda, baharı getirir bize, dünya evine keyifle yerleşir, dingin ve huzurlu, enerjisi ile sarmalar yeryüzünü..

Giderek azalan doğa örtüsü, alı, moru, mavisi, yeşilin binlercesi ile şenlendirir yaşadığımız yeri.
Yoğunlaşan bitkilerin salgıladığı toz ve kokular allerjilerimizi tetikler, burunlar kızarır, hapşurma, öksürük sesleri yükselir ama bu baharı sevmemize engel olamaz.
Aniden değişen gündüz-gece arasındaki ciddi ısı farklılığın getirisi, nezle, grip çalar kapımızı ama yine de severiz ilk baharı..
Tüm bu duygular o kadar içselleşmiştir ki, çok da dile getirmeden, yaşanır, akıp gider, akıp giden yıllarla eşdeğer..
Ama bu duygular bazılarında farkında olmadan yaşanır, bazılarında öncelikle yaşanır.
Baharı özleyen ve yüksek bir farkındalık ile yaşayanlardanım. Çevre bilincinin oluşup oluşmamasını da, farkındalıklı yaşayan, mevsimleri tüm canlılarıyla birlikte algılayıp hisseden ve koruyanlarla, olayı kişisel ve ben odaklı yaşayanlar arasındaki uçurum belirliyor diye düşünüyorum.
Çünkü doğadaki tüm canlılar doyma, barınma, üreme güdüleriyle varlar.
İnsanın üstünlüğü, konuşan ve düşünen, dolayısıyla üreten ve sosyalleşen bir canlı olmasıdır.
Bu özelliği bir üstünlük olarak algılayan bazı insan cinsindekiler, diğer tüm canlıları yok etme hakkını gördüler kendilerinde. Üreme sayesinde bu hastalıklı genlerini, var ettikleri varislerine aktardılar, aktarmaya devam ediyorlar. Bu cinsler, ne baharın farkındalar, ne güneşin, ne dolunayın ne doğanın muhteşemliğinin..

Yaşamın; gökyüzü ile, toprağı ile, denizi, nehiri, göleti, sulak alanı ile, karıncasından yılanına, akrebinden filine, kaplumbağasından kartalına, papatyasından ayçiçeğine, solucanından balığına, zeytininden tütününe tümüyle var ve anlamlı olduğunu anlayamamış olan bu cinsi lanetliyorum..

Bilgi ve tecrübenin değersizleştirildiği, paranın tek güç olduğu, bu güce sahip olanın ülke yönetimlerinde yer bulduğu, orada olmak istemeyen diğer güç sahiplerinin, bu cinsler sayesinde bu yönetimlerde söz sahibi olduğu günümüzde, yok oluşa doğru yuvarlanıyoruz.

Başta gıda ve ısınma olmak üzere, dışa bağımlı bir noktaya getirilen bir Türkiye gerçeği ortadayken,
2030 ve 2050 yılları hedeflenerek iklim krizine çözüm odaklı iklim NÖTR projeleri planlanırken,
Bu krizin henüz fragman niteliğindeki olumsuz iklim koşullarını yaşamaktayken;
Bodrum gibi, tarihi ile, coğrafi ve kültürel özellikleriyle, yerleşim yerlerinin düzensiz dağınıklığıyla, yükseklikleri çok yoğun bir yarımadada, benim gibi sonradan yerleşenlerin çoğunlukta olduğu bir grubun doğalgaz istemesini de farkındalıksız ve ben merkezli yaşam ile eşleştiriyorum mesela..

Yıllarca, İstanbul’un uzun süren kış soğuğunda, merkezi ısıtma denilen saçmalıkla, evlerde bir yaz mevsimi gibi dolaşıp, bunu normal algılayan, biraz daha az yakılması, belli saatlerde kapatılması önerilerine savaş açan büyük şehir insanı, Bodrum‘a da bu anlayışla yaşamaya gelmiş olmalı.
Kalitesi,4 mevsim yaşanılabilirliği sorgulanmaksızın satın alınan yazlık konutlarda, ulaşım-ticaret- turizmde henüz tam kapasite kullanmayı becermediği denizi, mutlaka görmek arzusu ve ısrarıyla , bu evlerde 4/4 lük bir ısınma konforu talep ediyorlar. İnsaf , gerçekten insaf!

Elbette kaliteli yaşam herkesin hakkı, ama yaşam alanımızı belirlerken önce kendi beklentilerimize, sonra bu beklentilerin tercih ettiğimiz bölge ile örtüşmesine bakmak gerekmez mi?
Tüketmek için üretmek gerekir, yaşadığımız bölgenin üretimine sahip çıkmak, yerel ticarete katkı koymak gerekir. Manzara seyredip, ecri misil denilen kullanım cezasını ödeyip sahiplenilen kıyıları vatandaşlara kapatmak, sürekli hizmet beklemek, aksayan hizmetlerde kendi eksikliklerini görmemek normalleştirildi giderek. “Sen her şeyden, herkesten önemlisin, senin hissettiklerin, önceliklerin her şeyin üstünde” cümlesiyle özetlenebilir günümüz “Amerikan öğretisi” bencil bireyselleşme benimsendi, tembelleştirdi, egosunu yükseltti ve farkındalığını azalttı toplumların diye düşünüyorum. Coğrafik ve ekonomik şartlar, bunların yaratacağı sorunlar, ötekileşebilecek insanlar düşünülmeden her şeyi ister oldu bireyler!!!
Kan ve acı ile kurulmuş hazır bir Cumhuriyete, tartışılır da olsa özgür bir Türkiye’ye doğmuş olmak, yapılacak her şeyin bittiği anlamına gelmiyor. Kişisel ekonomimizi sağlamış olsak da vatandaşlık sorumluluklarımızın hep devam ettiği, tüm canlılara saygı duyularak yaşanması gereken bir süreçtir yaşam döngüsü.
Kötü yönetimler, kötü yöneticiler, işini yapmayan çalışanlar hep vardı, var olacak. Bunların varlığı yaşamımızı zorlaştırıyor, bu bir gerçek, bir diğer gerçek de tüketen, sürekli tüketen, katkı koymadan hizmet talep eden bir toplum olduğumuz.
Ayçiçek yağı savaşlarını izlerken düşündüm bunları..

Ayçekirdeği çıtlatarak, uçurtma uçurduğum çocukluk yıllarımdan, acımasız, yeşili hoyratça ranta kurban gitmiş, kıyılarının, ormanlarının para aracılığı ile gasp edilmiş günümüze, yaşadıklarım ve hissettiklerim bunlar, sevgiyle..

ÇİĞDEM ERKO

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL