Zaman zaman çevremdeki kişiler neden yazdığımı sorarlar. Onlara Konfüçyüs’ün; Bende bir yumurta var, Sende bir yumurta. Eğer sen bana bir yumurta versen Ben sana bir yumurta versem Yine sende bir..
Zaman zaman çevremdeki kişiler neden yazdığımı sorarlar. Onlara Konfüçyüs’ün;
Bende bir yumurta var,
Sende bir yumurta.
Eğer sen bana bir yumurta versen
Ben sana bir yumurta versem
Yine sende bir yumurta, Bende bir yumurta var.
Sende bir bilgi var,
Bende bir bilgi.
Şayet, ben sana bir bilgi versem
Sen bana bir bilgi versen
Sende iki bilgi, Bende de iki bilgi var.
öğretisini aktarırım. Bazen de okuyanı olmayan bir ülkede yazmanın anlamsızlığından dem vururlar. Bu kez de onlara serçe kuşunun öyküsünü anlatırım.
Orman yanıyormuş. Tüm hayvanlar bir köşeye çekilmiş yangını seyrediyorlarmış. Ancak bir serçe nehirden gagasıyla su alıp yangının üzerine uçuyor, suyu ateşin üzerine bırakıyormuş. Bunu gören diğer hayvanlar: “Sen bu küçücük gaganla taşıdığın suyla bu koca yangını söndürebileceğini mi sanıyorsun” dediklerinde, serçe: “Biliyorum elbette; ama durup seyretmekten daha doğru değil mi sizce de” diye yanıtlamış.
“Benim yapmaya çalıştığım da bu.” derim. Bu, benim okulda yoğrulan kişiliğimin gereği. O okul, Gönen Köy Enstitüsünün mirası Gönenköy İlköğretmen okuludur. Geçenlerde lise son sınıfa gelmiş bir delikanlıyla konuşuyordum. Delikanlı bu güne dek okul kitapları dışında tek kitap okumamıştı. Üstelik kitap okumayı da gerekli görmüyordu. Yadırgamadım. Çünkü toplumumuzun bu sürece nasıl getirildiğini biliyorum.
Ülkemizde mart ayının son pazartesi günü başlayan hafta Kütüphaneler Haftası olarak kutlanır. Merak ettim, TUİK ülkemizde 29 bin 690 okul kütüphanesi olduğunu söylüyor. Şaşırmadım desem yalan olur. Çünkü kitaplık olarak adlandırılması bile güç odaların birçoğunun artık mescide döndürüldüğü herkesin malumu. Oysa biz, enstitülü ağabeylerimizin armağanı okuma alanlarıyla, binlerce kitabıyla, dergileriyle ve günlük gazeteleriyle çok donanımlı kütüphanesi olan bir okulda yetişmiştik
O ağabeylerimiz aydınlanma sevdalısı öğretmenleriyle el ele vererek bize, laboratuvarlar, çok amaçlı salonlar, spor sahaları, müzikhane, iş atölyeleri; hatta yüzme havuzu miras bırakmıştı.
Biz o kütüphanede özgürce okuyarak; laboratuvarlarda bilimin ışığını alnımızda hissederek; sporla ve sanatla bedenlerimizi ve ruhlarımızı eğiterek yetiştik. “Geliyoruz Anadolu, kollarını açsana” şarkısını söyleyerek yollara düştük.
Bu ülkenin kültür devriminde unutulmaz izler bırakan Köy Enstitüleri 81 yıl önce bugün (17 Nisan 1940) kurulmuştu. Köylünün aydınlanmasından korkan mütegallibe, hurafeyi din diye satan ruhban, devlet kesesinden zengin olmayı alışkanlık edinmiş baronlar ve onların siyasi uşakları enstitüleri yaşatmamak için el ele verdiler ve o aydınlanma projesinin önünü kestiler. Yetinmediler, durmadılar. Çünkü o okullardan yetişenlerin her biri Mustafa Kemal’in aydınlanma neferi; Laik cumhuriyetin yılmaz savunucusuydu.
Gün geldi, Moskof uşağı olmakla suçlayarak sürgünden sürgüne dolaştırdılar bizi. Gün geldi, dinsizlikle, Allahsızlıkla damgalayarak vurdular. “Vatan haini” olmak ise alın yazımız gibiydi.
Bilelim ki; bugün içine düştüğümüz “akıl tutulması” çağının tohumlarını atanlar, o aydınlanma hareketinin önünü kesenlerdir.
Debelendiğimiz bu kültürsüzlük batağını yaratanlar, insanımıza hiçbir kitabını, yazısını okumadığı yazarları, bilim adamlarını hain olarak belletenlerdir.
Ancak okumayan, araştırmayan; evrensel değerlerin ve hesaplaşmaların çözümlemesini yapamayan; ama yalap şalap bilgilerle bu ulusa don biçenler bilmelidir ki biz, koşullar ne olursa olsun serçe kuşu örneği yangına su taşımaktan asla vazgeçmeyiz. Çünkü bizim hamurumuz “Köy Enstitüsü” felsefesiyle yoğrulmuştur.
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)