Yazarlar

PAŞATARLASI VE HIDIRELLEZ…

Paşatarlası Bodrum’un en popüler mahallesi olan Kumbahçe’nin doğuya doğru devamı niteliğindeki Bodrum’un birçok mahalleleri gibi sonradan oluşan ilave mahallesi.Tepedeki sonradan otel yapılan Manastır’dan sahildeki eskiden Kilise olup depremle yıkılmış, sonradan..

PAŞATARLASI VE HIDIRELLEZ…
Ali Dizdar Yazıları

Paşatarlası Bodrum’un en popüler mahallesi olan Kumbahçe’nin doğuya doğru devamı niteliğindeki Bodrum’un birçok mahalleleri gibi sonradan oluşan ilave mahallesi.
Tepedeki sonradan otel yapılan Manastır’dan sahildeki eskiden Kilise olup depremle yıkılmış, sonradan tekrar yapılmak istenmiş ancak yarıda kalmış, daha sonrasında Girit’ten göçenlere konut olarak verilmiş, ardından Hotel Halikarnas olarak ticaret hayatına atılmış ve en son Halikarnas Disko olarak da hayata veda etmiş binaya kadar inen bir patika vardı, sonraları belediye patikayı bir yol haline getirdi. İşte bu yol o zamanlar şehrin doğu sınırı sayılırdı. Ve bu sınırdan başlayan yerleşim eskiden Rum Mahallesi imiş ve mübadelede boşaltılan bu mahalleye, gelen Giritli göçmenler yerleştirilmiş, ismi Kumbahçe Mahallesi olmasının yanı sıra yerlilerce Giritli Mahallesi olarak adlandırılırdı ki bizler de böyle söylemekte hiç sakınca görmezdik.
Rivayet olunur ki Osmanlı Bodrum’u topraklarına katınca bu başarıyı gösteren Paşa’sına mükafat olarak bizim Paşatarlası dediğimiz bu araziyi hediye etmiş. Ethem (Demiröz) Amca’nın anlattıklarına göre bu Paşa’ya hediye edilen topraklar epeyce genişmiş. Kumbahçe Mahallesinin bir kısmını da kapsamaktaymış. Paşanın varislerinden birisi olsa gerek Paşaoğlu namıyla anılan kişi o zamanlar Bodrum’a yerleşmeye gelen ‘Rum’lara ev yapsınlar diye küçük küçük parselleri, elindeki değnek marifetiyle “Bu yana 30 değnek bu yana da 20 değnek” diyerek ölçüp satarmış. Kumbahçe Mahallesi’nin Paşatarlası’na doğru olan sırttaki sonradan Girit’ten gelenlerin yerleştirildiği bu evler öyle oluşmuş küçük küçük evler ve dar sokaklar.
Nedense Paşaoğlu tepedeki Manastırdan sahildeki Kiliseye inen patika yolun şimdilerde Zeki Müren caddesi olarak adlandırılan Caddenin batıya bakan yani kaleye bakan yamaçlarını satmış, manzarası güzel diye mi bilinmez. Doğu tarafına ellememiş. Biz de oraya Paşatarlası diyoruz.

Paşatarlası boş bir arazi olduğu günlerde içinde bizim biri minik tek kale maç yaptığımız sonradan üzerine tersane kurulan bir nevi çim saha, biri büyük taşlı tarla şeklindeki futbol sahalarımız vardı. Futbol sahamızın dışındaki arazi çeti dediğimiz bodur çorak arazi bitkisiyle kaplıydı. Genellikle de develer yayılırdı. Sahipliymiş, bilmiyorduk ancak çok eğimli, çorak, verimsiz ve taşlı bir arazi olduğundan sahipleri bile unutmuşlardı ta ki turizm parlayana kadar.
Denize yakın bir kuyu, kuyunun yakınında da üzerine 3-4 çocuğun çıkabileceği gelişkin bir dut ağacı vardı. Çok lezzetli beyaz dut verirdi. Kuyu neredeyse deniz seviyesinde ve denize 20 metre mesafede olmasına rağmen her nasılsa suyu tatlıydı. Dutlar olduğu zaman günün önemli bir bölümü dut ağacının tepesinde geçerdi. Futbol oynar, maç sonunda topu denize şutlar ardından denize girer, hem de dut yerdik. Futbol sahamız taşlı tarla pozisyonundaydı, maça başlamadan önce tüm futbolcular sahayı boydan boya tarar iri taşları ayıkladıktan sonra oyuna başlardık, düşmek en korkulan pozisyon olurdu, yaralanmadan kalkmak mucizeydi. Çarşının orta yerindeki futbol sahamız da aynı durumdaydı, zaten biz Bodrumlular çim sahayı, futbol alanını sanayideki yerine taşındıktan çok sonra oluşturabildik, tahminen 2000 li yıllarda.
Paşatarlası oyun alanlarımızın birinci sırasındaydı. Bilhassa kış oyunlarımızdan çelik çomak oyununa benzeyen göt kazmaca için oyun alanımızdı. Teneke kayık yüzdürmek için de popüler alanımız olurdu. Zaten koyun başlangıcındaki şimdilerde üzerinde günlük gezi teknelerinin konuşlandığı Halikarnas İskelesi yapılan burnun kıyısı sığ kayalık idi ve sığlık üzerinde oluşmuş minik göletleri, teneke kayıklarımıza liman olarak seçmiştik ve adını küçük liman anlamına gelen “LİMANAÇİ” koymuştuk.

Paşatarlası Koyu’nun hemen sonunda da şimdilerde gemi iskelesi inşa edilen burundaki kayalıkların arasında da büyük liman anlamına gelen “GAVO” dediğimiz teneke kayıklarımızın büyük limanı vardı. Tenekeden yaptığımız kayıklarımızı, baştan itibaren boyunun üçte biri mesafesine kenarından bağladığımız ip ile çekerdik, kıyıda yürüyerek çekilen kayık kıyıdan 3 metre uzakta kıyıya paralel bir seyirle bizi takip ederdi. Kumbahçe sahilinde neredeyse her on metrede bir iskele var olduğundan teneke kayıklarımızı yüzdürürken koşarak sürat yapamadığımızdan Paşatarlası’ndaki biteviye tenha sahilde daha rahat kayık yüzdürebilirdik. Limanaçi’ye kayıklarımızı demirledikten sonra Paşartarlası’nda oyuna dalabiliyorduk.
Bizim çocukluk zamanımızda 1 Mayıs, Bahar Bayramıydı. Henüz işçi bayramı ilan edilmemişti ancak o gün eylem yapma hakkımızı kullanıp denize girmek ister ve girerdik. Paşatarlası, bu ve bunun gibi mayıs ayının sıcak günlerinde ele başların fişeklemesiyle kaçak denize girdiğimiz gözlerden uzak mekânımızdı. Gerçi her defasında birimiz itiraf eder bütün aileler haberdar olur izinsiz ve zamansız denize girmekten azarımızı yerdik. Hazirandan önce denize girmemize izin verilmezdi. Bu konuda anne babalarımızın “karpuz kabuğu denize düşmeden olmaz” söylemlerinin yanı sıra bir de sloganları vardı “Haziran Bir Denize Gir”.
Paşatarlamızın neredeyse zirvesi olarak kabul ettiğimiz yolun sonunda bir Şapel ki biz ona Manastır derdik. Manastırın bahçesinde birkaç servi ağacı ve yaşlı bir çam ağacı vardı. Manastırdan öteye geçmezdik. Daha ötesi dediğim ineklerin yayılmak üzere avcıların da avlanmak üzere gittikleri ormanlık alan.

Manastır zamanının ibadet ve mezar alanıymış. Bizim ise 6 Mayıs’ta yani Hıdırellez’de tüm mahallelinin bayram havasında toplanıp eğlendiği, sosyalleştiği, toplum olmanın dinamiğini oluşturduğu, dostluğu pekiştirdiği piknik alanımızdı.
Hıdırellez, baharın gelişi, doğanın uyanışı ve kıştan kurtulmanın şerefine yapılan bir eğlenceydi. Şeker bayramı kadar kıymetliydi benim için çünkü babamın bana boyum büyüklüğünde uçurtma yapmasının günüydü. Paşatarlası’nda herkes tuttuğu takımın renkleriyle bezediği uçurtmaları yarıştırırdı. Kiminki daha yükseğe çıkacak yarışması. Uçurtma ipine, ortası delik kağıtlar takılarak rüzgâr marifetiyle gökyüzüne mektup gönderilir, uçurtmanın kuyruğuna jilet bağlayıp rakip uçurtmaların iplerini kesme girişiminde bulunulurdu ancak bu sabote durumu hiç gerçekleşmezdi.
Manzarasıyla muhteşem Manastırın bahçesinde, büyük çam ağacının dallarına salıncaklar kurulur, ağaç etrafına kilimler serilerek yayılınır, boyalı yumurtalardan yaprak dolmalarına kadar çeşit çeşit yemeklerle, gazocaklarında demlenen çaylar eşliğinde piknik yapılırdı. Bir yerde bir kocaman ateş yakılır herkes üzerinden atlardı. Küçük büyük ayrımı olmadan top oynayanlar, ip atlayanlar, salıncakta sallananlar, uçurtma uçuranlarla şenlik yeri gibi olurdu. O gün dükkanlar kapatılır tatil yapılırdı.
Çocukların babaları ile top oynayıp, uçurtma uçurduğu ve anneleriyle ip atladığı, birlikte salıncakta sallandıkları başka bir buluşması olmadığından o günlerin gelmesini özlemle beklerdik. O günleri yaşamış olanlar bu piknik alanının üzerine üstelik aynı isimle yapılan oteli hiç sindiremediler. Paşatarlası ve etrafı yapılaştıktan sonra bizler bir daha bu şenliği yaşayamadık. Orayı her anımsadığımda bu çok değerli etkinliği ve sosyalleşmenin zeminini kaybedişimiz gelir aklıma ve içim acır. Bu cahillik Bodrum Belediyesinin en büyük ayıplarının başında gelenlerden biridir. Özlediğimiz, Manastır binası değildir, orada kurguladığımız ve hasretle beklediğimiz yaşamdır.
Manastır biz çocukların devamlı gittiği oyun alanıydı. Genellikle harpçilik oynarken son nokta olur şapelin içine girince zaten harp filmlerinin etkisiyle dünya değiştirmiş bir pozisyonda olduğumuzdan teatral bir tavır çökerdi üstümüze ve sahneye çıkmış tiyatro sanatçıları rolüne girer o anda aklımıza gelen bir senaryoyu uygulamaya sokarak oynardık. Sen şu ol, bende şu olayım, sen şöyle yap, ben de şöyle yapayım diye roller dağıtılır hünerler sonuna kadar sergilenir ve bu oyun bıkana kadar sürdürülürdü. Oyundan vazgeçemediğimiz yağmurlu günlerde de sığınağımız olurdu.
Paşatarlası, bizim Mahallenin oyun alanıydı ancak zamanla diğer mahalle, genellikle Omurça Mahallesi çocuklarıyla kaynaştıkça hepimizin oyun alanı olmuştu. Önceleri deri tabaklanan** bir tabakhane vardı. Ben faal olduğu günlere yetişemesem de bina duruyordu, sonraları iki tekne imalat tersanesi faaliyette bulundu ve ardından ne Kilise ne Manastır ne Paşatarlası ne sahil ne dağ ne taş hiçbir şey kalmadı, beton yığınına dönüştü. Çocukların cin fikirler üreterek sosyalleşip oynadıkları mecra ile koca bir mahallenin yılda bir de olsa bir araya geldikleri ve eğlendikleri şenlik alanları da yok edilmiş oldu.


Kumbahçe sahili işletmelerce işgal edilince ve yöneticiler de seyirci kalınca yaşamını sahilinde kurgulayan Kumbahçelileri el birliğiyle Paşatarlası sahiline sürdüler. Şimdilerde Paşatarlası da işgal edildi ve mahalleli oradan da kovulmakta.
Eski Bodrum fotoğraflarının yayınlandığı face sayfalarımızda Paşatarlası ve Manastır’ın fotoğraflarını gördükçe, eski günlerimizi de yaşadıklarımızı da buruk bir acıyla anar olduk.
Hıdırellez’de 5 Mayıs’tan 6 Mayıs’a girdiğimiz gece yarısı gerçekleşmesini çok istediğimiz dileğimizi yazdığımız küçük kâğıdı, gül ağacının bir dalına biz hala bağlıyoruz, siz de unutmayın, 6 Mayıs’ta üstelik bahçede ateş yakıp üzerinden de atlıyoruz.

Dileklerimizin gerçekleşmesi umuduyla saygılar sunarım.

Ali Dizdar.


**DERİ TABAKLAMA … Deri işleme yöntemidir. Derinin fiziksel ve kimyasal işlemlere tabi tutularak endüstriyel ürün haline getirilmesine tabaklama denir. Hayvanlardan elde edilen deri, yapısının bozulmaması ve kullanımında ciddi problemlere yol açmaması için kalıcı dayanıklılık ve kullanılabilirlik sağlamada temel aşama tabaklamadır. Bu işlemin yapıldığı iş yerlerine TABAKHANE denir.

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL