Yazarlar

KUM ZAMBAĞI; AŞK, DEVRİM, ANARŞİDİR.

Hiçbir zaman diğeri ile benzeşmez. Bazı zamanların; günleri, yerleri, gökleri, hasretleri, sevdaları, insanları savrulur. Mevsimin sonbaharına denk gelen esmer zaman günleri; mutsuzluğa ve umudun kırılışına davetiye çıkarmaktadır artık. Bu anlarda..

KUM ZAMBAĞI; AŞK, DEVRİM, ANARŞİDİR.
Ayhan Karahan

Hiçbir zaman diğeri ile benzeşmez. Bazı zamanların; günleri, yerleri, gökleri, hasretleri, sevdaları, insanları savrulur. Mevsimin sonbaharına denk gelen esmer zaman günleri; mutsuzluğa ve umudun kırılışına davetiye çıkarmaktadır artık. Bu anlarda geriye kızgınlıkla, geleceğe de korkuyla bakmamak gerek. Dokunulabilenlere bakılmalı farkındalıkla… Ama işte hayat bu doğruları formülleştiremiyor yürekte ve bilinçte… Çünkü sokaklar sürgündeki mavi çocukların seslerine kulaklarını tıkamıştır ve kaldırımlar onların ayak izlerini silmektedir her adımda… Tüm yananlardan uçuşansa, onlardan kalan küldür. Kendi küllerinden doğanlar, yaşamda son sözü söyler de denilebilir. Ancak küller de artık bir arada değildir. Fırtına o denli hırçın ve acımasızdır ki; iki zerreciği dahi buluşturmaz toprakta ve gökte… İhanet hayatı kendisine siper ettiyse, dizler hiçbir menzile yol almaz. Bir tarafın azar azar tükenirken; gölgen tükenen tarafının üzerinden ip atlar.

HAYALLER İLE GERÇEKLİK ARASINDAKİ AÇI…

Yarsız olduğunu bile bile, bir diyar ararsın ya kendine. Gidilebilen yegane yer artık öksüzlüğün memleketidir sana. Hiçbir rotası yoktur bu ıssızlık ortasının. Yapayalnız bir mendirek üzerine çıkarsın ve iki tarafındaki maviliği görürsün şaşkınlığını gizleyerek. Her iki tarafın ışıksızlığı yüreğine maviye çalan karanlığı düşürür. Her gün batımında bu memleketi de terk etmek istersin, yeni göç yolları ararsın. Ama kumsal çeker seni. Sınır olur gidişine, kendi tanecikleriyle birlikte senin ruhunu da maviliğe teslim eder. Maviliğe karışırken, kumsala sinecek bir veda mektubu dahi yazamazsın. Artık hiçbir dalgakıran, ruhunu aşındıracak dalgaları kıramaz Su ise, geride bıraktıkların denli soğuk ve şefkatsiz bir zamanı taşımaktadır ruhuna. Bir rüyaya dalmaktasın mavilikler ülkesinde. Yitirdiğin hafızanla yeniden buluşuyorsun. Ve bu kez geriye değil, geleceğe doğru sarılmakta filmin makarası. Tarihin hafızası ile seninki uyumlu ve ahenk içerisinde dans etmekte artık. Zamanın keskin sarmalı ise tarifi olmayan bu anı kayda geçmekte. Bazen yaşananların rüya olması, bazen de rüyaların yaşanmış olması istenir ya hani. Ama işte istenen ile ne rüya, ne de hayat örtüşür. Her daim hayaller ile gerçeklik arasında bir açı olur. Açı büyüdükçe, mavilikler içerisinde de olsan mutsuzluğun büyür. Savurgan dalgalara tutulmuş olman ve savruluşların ise sadece büyüyen mutsuzluğunun üzerine çaresizliği serpiştirir.

“YA BİR YOL BULACAĞIZ. YA BİR YOL AÇACAĞIZ.”

Kartaca Komutanı Hannibal; “Ya bir yol bulacağız. Ya bir yol açacağız” diyor ya… Umut gecenin karanlığının en zifir zamanlarında kendini gösterir çoğu kez. Daha doğrusu gecenin en karanlık anı, şafağa en yakın anıdır. Ama unutma! Eğer yerküre halen dönüyorsa; bir yudum sevginin, bir avuç sevda emekçisinin hatırınadır inan. Komutan Hannibal’ın ikilemi geleceğe dair olmakla beraber, benimkisi bugüne ilişkindir ey yar… Bulduğum ve açtığım yollar sana çıktığı için, yarını öteledim. Ne zaman ve nasıl geleceği bilinmez bir belirsizlik üzerine bir yaşam inşa etmek olası değil. Zemin yaşamın tüm dalgalanmalarına direnebilmeli. Öyle olmazsa her sarsıntıda yeni bir enkaz altında ezilir ruhun, bedenin, ütopyaların… Kırılganlıklarımızı fay hattı üzerine serpiştiremeyiz. Ancak kendi benliğimizde tamir edebiliriz onları. Sen kırdıysan, derman da sendedir. Kum zambakları da buna benzer bir yeniden var oluş hikayesinin direngen, asi savaşçılarıdır. Onlar kendi tohumları üzerinden ayağa kalkışlarıyla, yer küreye aslında biraz da; “Son sözü hep direnenler söyler” mesajı da verirler.

KUM ZAMBAĞI, AŞKIN BOYUN EĞMEYEN HALİDİR.

Tanrılar alemindeki Tek Tanrı Diktatörlüğü’nün patronu Zeus gene şaşırtmadı. Olimpos Dağı’ndan, sahildeki Thebai kentine iniyor. Dolaşırken, Kral Amphitryon’un eşi Alkmene’ye hayran kalıyor. Ondan da yeryüzünde insanların yardımına koşacak bir kahraman yaratma fikri hasıl oluyor kendilerinde. (Her daim olduğu üzere gene kendisi için, bir şey istemiyor.) Kral Amphitryon’un sefere çıktığı gün amaç hasıl oluyor. Alkmene’yle birlikte olmayı başarıyor. Alkmene’den; Herakles, diğer adıyla Herkül adında bir oğlu oluyor. Zeus, Herakles ile Olimpos’a dönüyor. Çocuğu gören ve gururu kırılan eşi, Ana Tanrıça Hera büyük tepki gösteriyor ve onu emzirmeyi reddediyor. Zeus ise Herkül’ün tanrılaşmasını, yani ölümsüz olmasını istiyor. Bu nedenle mutlaka Hera’nın sütünü içmeliydi. Bir gece yarısı Hera uyurken, Herkül’ü gizlice onun kucağına bırakıyor. Günlerce aç kalmış olan Heraklia, Hera’nın göğüslerine öyle bir yapışıyor ve süt emiyor ki; sütler ağzından taşıp yere dökülüyor. Yeryüzüne düşen her süt damlası kumda bir çiçeğe dönüşüyor. Kum Zambağı’nın yeryüzü serüveni de böyle başlıyor. Her bir süt damlasından, bir Kum Zambağı hasıl oluyor.

KUM ZAMBAĞI, AŞKIN BOYUN EĞMEYEN HALİDİR.

Kum Zambağı büyüleyici kokusunu biraz da bu yüzden geceleri gökyüzü maviliklerine ve karanlığına bırakır. Narindir ama direngendir. O sebepten sadece kıyıların mezarlığı olarak da adlandırılan kumsalda yetişirler. Kumsalların plajlara dönüşmesi ile onların toplu ölümleri başladı. Makineleşme, otomasyon, modernite, betonlaşma Kum Zambağı için ölümden öte mana taşımıyordu. Kum Zambağı’nın içe dönük tarafı ne denli narin idiyse, dışarıya bakan çiçekleri ve yaprakları da o denli Herkül idi. Mevsim sonbahara evrildiğinde, Kum Zambakları zamanıdır artık. Kum Zambağı gecenin karanlığına acı değil, sevda aksın diye kokusunu gündüzden sakınır biraz da. Onların denizin mavisine, beyaz komşuluğu da; ıssızlığın ortasındaki yapayalnızlıkla, rotasızlıkla, çaresizlikle örtüşebilir. Ama bu beyaz direniş her defasında kendi küllerinden ayağa kalkmasını, tüm olanaksızlıklara karşın boyun eğmeme enerjisini doğadan almıştır. Zaten doğasında da teslimiyet yoktur onun. Kışın en çetin anlarında kendisini kuruturken, korumaya da alır. Çiçeklerinin tozları türünün devamı için, yegane garantidir. Yani kendi küllerinden, yani kendi tozlarından yeniden varoluş. Anarşisttir. El bebek, gül bebek ortamlarda yaşamını sonlandırır. Onun tek bir yurdu yoktur. Kök salabildiği, kokusunu verebildiği, aklığını katabildiği, tohumlarını yaşama sevinciyle serpiştirebildiği her yer vatandır ona. Hayatın olmadığı, kumsal mezarlıklarda umutla büyür. Umudu da fersah fersah en ak-pak haliyle büyütür. O; “Ne tanrı, ne devlet. Aşk, devrim, anarşi” modunda itaatsiz ve göğe doğru yükselir. En itaatsiz olduğu dönem Ağustos-Ekim aralığıdır. O dönemde çiçeklenir ve serpilir. Serpilirlerken de; anarşisttir, düzen tanımaz, kurala tabi hissetmez kendisini. Serpilmek onun beyaz dünyasının doğasında var zaten. Bu sebepten dışarıdan hiçbir müdahaleyi kabullenmez. Yaşama enerjisini itaatsizlikten ve red etmekten alır. Toprağından, kumsalından sürgün edildiğinde; kendisini bir daha geri gelmemek üzere kurumaya ve ölüme alır. Sonunun başlangıcını, başlatır. Kum Zambağı; aşkın boyun eğmeyen halidir.

OLİMPOSTAN’TAN, YER KÜREYE PROMETEUS’UN ATEŞİ…

Prometeus Tek Tanrı Diktatörlüğü’nün ağa babası Zeus’tan ateşi çalıp, insanlığa teslim ederken; tarihin fay hattını da kırdı. Ölüm, karanlık ve teslimiyet hattın öte tarafında, tanrıların memleketi Olimpos Dağı’nda kaldı. Beyaz umut, aşk, devrim ve anarşi ise Kum Zambağı etrafında yer küreye serpişti. Yaşam miladı Herakles’in ağzından dökülen süt damlacıkları ile başlayan Kum Zambağı serpiştikçe; bilgi, bilim ve beyaz aydınlık kumsallardaki tanecikler denli çoğaldı. Herakles, Prometeus için de Olimpos’taki sonsuz işkenceden ve esaretten kurtuluşun müjdecisi olmuştur. Kum Zambağı ile Prometeus arasındaki kutsal bağın gizemi ve sırrı bu sebepten biraz da Herakles’tedir. Zeus ve onun saz ekibinden diğer tanrılar Pandora’nın Kutusu’nu insanlığa gönderirken intikam duygusu ile besleniyorlardı. Yer kürede açılan Pandora’nın Kutusu’ndan çıkan en büyük kötülük; “Tek Adam Diktatörlüğü” olmuştur. Zeus yukarıdaki Tek Tanrı Diktatörlüğü’nü, aşağıda Tek Adam Diktatörlüğü ile perçinlemek istedi. Bununla Prometeus’un ateşi tanrılardan çalıp, insanlığa emanet edişinin intikamını almak istedi. Yer küredeki diktatörlükler biraz da bu sebepten, Zeus’un intikam kutusundan çıkan kötülüklerdir. Kum Zambağı’ndan gecenin karanlığına yayılan beyaz aydınlık, aynı zamanda Prometeus’un tanrılardan çaldığı özgürlük ateşidir. Kum Zambağı, Akdenizlidir. En çok da Halikarnassos’a yakışır. Zeus’un, bu bereketli topraklar üzerine gönderdiği Pandora Kutusu’ndan çıkan kötücül karanlık; denizin mavisine, ormanın yeşiline, Kum Zambağı’nın beyazına bu sebepten düşmandır. Karanlığın egemenliğini; insanlığın ve Kum Zambağı’nın ciğerinde yani ormanda, denizde, kumsalda kurma iştahı sebepsiz değildir. Nasıl ki; Zeus’un kartalı, efendisinin sonsuz işkenceye mahkum ettiği Prometeus’un ciğerini tüketemedi ise Pandora kutusundan yer küreye yayılan kötülük de yer kürenin ciğerlerini yok edemeyecektir. Çünkü Prometeus’tan ateşi alanların yüreği var. Ve halen solda atıyor. Prometeus’un ateşiyle yürüyenler, kendi küllerinden yeniden var olmanın bir yolunu mutlaka bulur. Ya bir yol bulur, ya da bir yol açar. Kum Zambağı da bu yol haritasının vazgeçilmezidir. Prometeus’un ateşiyse, onun ak-paklığından ırak bir aydınlık sunamaz ölümlüler dünyasına. Kum Zambağı varsa; umut, aşk, ateş, devrim de vardır. Kum Zambağı bu anlamda; sadece bitecek sanıldığı yerde yeniden başlayan hayat değil, aynı zamanda insanlığın yürek atışıdır. En çok kuruduğu zaman ise en çok serpilmeye evrildiği mevsimdir. Kum Zambağı’nın, hayatı tohumları ile kucaklamasının arifesidir.

YORUMLAR (1)

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL