Osmanlının ve devamcılarının yol girizgahlarında önemli ayak izlerine rastlamak olası. Bu izler öylesine derin ve gizlenemez boyuttaki; “ayak fetişizmi” her boyutta düne ve bugüne adeta Osmanlı Turası gibi yapışmış. Türkçü..
Osmanlının ve devamcılarının yol girizgahlarında önemli ayak izlerine rastlamak olası. Bu izler öylesine derin ve gizlenemez boyuttaki; “ayak fetişizmi” her boyutta düne ve bugüne adeta Osmanlı Turası gibi yapışmış. Türkçü şairlerden Arif Nihat Asya; “Yumuşak, pembe topuklar, bir avuç…/Ki taşar sırmalı terliklerden.” dizlerine yansıtmıştır ayak zafiyetini. Ama bu ayak işinin şiirdeki ve felsefedeki, Erdoğan’ın; “Kendisi herhangi bir şair olmanın da ötesinde, şairlerin sultanı” olarak tanımladığı Necip Fazıl Kısakürek’tir. “Her ayağın bastığı yerde sanki kalbim var, /kalbim ki vahşi bir zevk alır ezilişinden. /ömrümün geçtiği yolda bana sorsalar, /gidiyorum bir kadın bacağının peşinden. Bir kadının içinden ağlayışı, gülüşü, /gözlerinden ziyade bacaklarına yakın” dizeleri yetmezse devam edelim. “Kör olsam da açılır gözüm, ona sürseler/ İsa’nın eli diye, bir kadın bacağını.”
Bu da mı yetmedi? “İnce sütunlardaki ilahi güzelliğe/Bacakların ruhudur şekil veren diyorum/Bacakları bir kalın örtüde saklı diye/ Mermerde kalbi çarpan Venüs’ü sevmiyorum.” İle finali yapalım bence. Devamının RTÜK’e takılma ihtimali var. Erdoğan’ın; “Umudun, kurtuluşun, diriliş ruhunun kaynağı” olarak yüksek rol biçtiği Necip Fazıl son nefesine değin ayak ısrarından vazgeçmemiştir. Dizelerinde ve felsefesinde ödünsüz bir ayak fetişisti olagelmiştir.
AKP geleneğinin etkisinden midir bilinmez? Ayak severliğin ötesini de, ayak oyunlarını da erken çağlarında keşfetmişti. Rahmetli Erbakan ile yol ayrımında Erdoğan; “Milli görüş gömleğini çıkardık” demişti. Gömlek çıktı ama ayakkabı çıkmadı. AKP Ordu Milletvekili Şenel Yediyıldız’ın; “Tayyip ağabeyin ayakkabısını yalamamız lazım” ifadeleri de aslında ayaktan, ayakkabıya yumuşak geçiş olarak da görülebilir. Sonuçta her ayağın bir kabı var. Ayağın kabına da, ayakkabı denmiş. Zaten Ak vekil ayakkabı yalama işine ayrıntıda elleri de karıştırmış. Ayakkabıyı elle yalamak! Necip Fazıl’daki ayak severliğin, günümüze ayakkabı severlik olarak tezahürünü Ak-Pak bilim adamları inceleyebilir. Özel bir alan çünkü. Zaten o vekil de Operatör-Doktor. Operatör olmanın, siyasette ayakkabısal operasyonları kolaylaştırıcı bir özelliği var mıdır bilinmez. Ama AKP içerisinde Genel Başkanını nereye koyacağını bilemeyen ciddi bir bağımlı toplamın olduğu kesin. Sadece sosyal medyadan değil, görüntülü ve yazılı basından da önemli bir AKP’li kesim tanrısal özellikler yüklemekte Erdoğan’a. AKP’nin; ayaktan, ayakkabıya; oradan ayakkabı kutusuna geçiş süreçleri çok da sancısız olmadı. Ayrıca AKP’nin politikalarında ayak-ayakkabı fiziki önem de taşıya gelmiştir. Söz gelimi AKP’nin alakalı bakanı terör ile mücadelede, teröristlerin ayakkabı numaralarına özel bir yer ayırmıştır. Hain evlat olmazdan önceleri milli ekonomiyi şahlandıran, milli damat olan Rıza Zarrap’a; “Ayaklarının önüne yatarım” diyen bakanı vardı AKP’nin. Fetiş duygularla değil, tamamen milli şuurla bir yatıştı oradaki. Ayakkabı kutusu faşizmin tarihinde özel yer tutar. 1938 Dünya Kupası’nı İtalya kazanır. Kupa Roma’dadır. Akabinde Hitler, İtalya’yı işgal eder. İtalyan FİFA Temsilcisi Brassi kupayı Hitler’den kaçırır. Roma’dan alıp, Cremona’daki evine götürür. Faşistler kupayı Roma’da bulamayınca, Brassi’nin evini basarlar. Ancak Brassi kupayı ayakkabı kutusu içerisinde sakladığı için, bulamazlar. Kupa savaş sonrasının ilk dünya kupasının yapıldığı Brezilya’ya sağ-salim bu şekilde ulaştırılır. Dolar ayakkabı kutusuna girmeden önce muhakkak ki; uyum sorunu yaşadı. Peki; doların yeşili ile İslam’ın yeşili bu hummalı zamanlarda ton uyuşmazlığı sorunu yaşadı mı? Bunun yanıtının dönemi gelecekte mercek altına alıp, inceleyecek mevzu uzmanlarında olduğu kesin gibi. Ama malum Ak vekilin verilmiş sadakası varmış. Ayağın kabından yani ayakkabıdan söz etmiş. Ayakkabının kabından yani ayakkabı kutusundan söz etseydi başına iş alabilirdi. Bunu en iyi aktarabilecek olanlardan birisi de eski AKP milletvekili Turhan Çömez olabilir. Çünkü geçmişin politik sürgünü, şimdiki zamanınsa İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Çömez öğrenmenin bedelini 12 yıl İngiltere’de sürgünlük-mültecilik olarak ödedi.
Ayakkabının kutusunun açılması, ülke politik yaşamında Pandoranın Kutusu’nun açılmasından daha etkili sonuçlar üretmişti. Osmanlı geleneğinden alışık olduğumuz üzere, iktidar uğruna ölümüne bir kardeş kavgasına ol millet tanık olduk. Birbirlerine hasretlerinden gözlerinden yaş akıtanların, gözlerini kan bürümesine en çok da… Adeta zaman durmuş, kavgaya tanrılar divanında tutuşulmuştu. Ama o zamanın durduğu, birisinin de saatini 17.25’e kurduğu dönemde ne yoktu ki? Aşk, dram, kan, gözyaşı, ihanet, babacım babacım inlemeleri arasındaki çaresizlik, sözlerdeki kifayetsizlik… Kardeş kavgası arifesinde Akit Gazetesi, Fethullah Gülen’in yatağının fotoğrafını yayınlıyor. Yataktaki; ayağın uzandığı tarafın Hocaefendilerinin babasının mezarına bakmayışı; “Babaya derin saygı” ile izahlandırılmıştı. Ayağın sadece kendisi değil, uzandığı taraf da mühimdi yani. Hatta uğruna memleket hatırlı kürsülerinden uğruna oluk oluk gözyaşları dökülen hazret mevzuya dair; “Burada unutmadan şunu da ilave edeyim ki, ben hayatımda bir defaya mahsus dahi babama doğru yani onun doğduğu ve şu anda medfun bulunduğu Korucuk’a doğru ayağımı uzatıp yatmadım. Benim ebeveyne karşı saygı anlayışım budur” sözcüklerini zikrediyordu. Tabii bir de çerçeveli HUD Suresi 88. Ayeti’nin yatağın ayak ucunda olması da ayak bonusu olarak yer almıştı haberde. Ayrışma sonrası kardeşlerden AKP tarafında saf tutan aynı gazetenin 03-05-2017 tarihli sütunlarında: “Odada, örgüt elebaşı Fetullah Gülen’in ayak ölçüsü, ‘Mustafa Kavurmacı’ yazısı ile Fetullah Gülen için yaptırılacak olan ayakkabının kastedildiği ‘ince deriden yapılacak’ notunun bulunduğu üç sayfalık çizimin ele geçirildi” ibareleri yer alıyordu. Yani o dönem ayetlere, övgülere sığdırılamayan Fethullah Gülen ayakları, bu kez ölçüleriyle yasadışı örgüt malzemesi olmuştu. Kardeşlerin birbirlerinde ayakkabı kalıplarının bulunma ihtimali de yok değil. Sonradan düşmanlaşan kardeşlerden birisinin ayaklarının çok taraklı olmasından kaynaklı olarak kalıba girmediği muhakkak gibi. Elbette tarihin bir kesitinde sayalar usta bir sayacının elinden geçerek kalıp üzerine oturtulacaktır. O zaman; yaşananların, “Ne ayak” olduğu daha bir net anlaşılabilir. Muhalefetin bir bölümü; “Siyasi ayak” sorgulaması yaptırmaya çabalasa da, siyasi iktidar bu manada, “Karda yürü ayak izini belli etme” modundaydı.
Akabe Vakfı Lideri ve İslami İlimler Akademisi’nin sahibi Mustafa İslamoğlu’nun, işler yolunda iken; Fethullah Gülen’le ilgili sözleri tarihe nakşolmuştu adeta. Gülen’i eleştirenlere sert çıkan İslamoğlu, “O bizim hocamız. O bir alim. Yetiştirin de göreyim. Hadi bakalım. Bir Fethullah Hoca yetiştirin alnınızdan öpeyim. Bir Fethullah Hoca’nın ayakkabısını yetiştirin de nınızdan öpeyim” ifadelerini kullanmıştı da ol cihan sus-pus olmuştu. Şimdilerde İslamoğlu; ayrışmanın beri tarafında olanlarının ayakkabılarının kalıbını almakta, onlara sayacılık yapmakta, Bediüzzaman ötesi çocuklarına tabanları öpülecek ayakkabılar yetiştirmekte. Siyasette rol çalmak mı, camiden ayakkabı çalmak mı daha kolay meşgaledir bilinmez. Ama kardeşler savaşı; “Dost başa, düşman ayağa bakar” sözünün sağlaması gibi de oldu. Yollarda birbirlerinin yollardaki ayak izlerini gözleyenler, birbirlerinin ayakkabı kalıplarından yasadışı örgüt kalıpları çıkarır oldular. Birbirlerinin ayaklarına bu denli bakmasalardı, bu denli de ayaklarına dolanmayacaktı süreç belki de. Kim bilir? Bir bilen, Fethullah Gülen değil artık. Pabucu daha doğrusu ayakkabısı (kalıbı ile) damda atılı durmakta şimdilik. Ancak Akabe Vakfı ile AKP Partisi arasındaki platformda bir hareket alanı olduğu kesine benzer. O sahnede ki; İslami tangonun hareket yönlendireni çok belirginleşmişe benzemiyor. Zaten tango da aşkın değil, acının dansıdır. Tarihsel olarak; 1800’lü yıllar Buenos Aires Genelevi’ndeki kadınların isyanı, hüznü, tutkusu, kızgınlığı da var sahnedeki tangoda. Tango biraz da dokunmaktır. Latince dokunmak anlamına gelen tangere sözcüğünün, dilimize düşümü tango olagelmiştir. Ama işte kardeşler birbirlerine tango da çok dokunmuş olmalılar ki; çok dokunuş tez ve trajedik ayrılık getirmiş.
AKP Genel Başkanı Gezi sürecinde; “Ayakların baş olması” tehlikesinin altını en kalın çizgilerle çizmişti. Burada esasen ayak takımının, çapulcuların iktidara (Başa) heveslenmesi idi kaygı duyulan. Çok ayak olabilir ama çok başlılık her daim bastırılması gereken beka sorunudur. AKP’de zaten siyasi yürüyüşünde kırkayak modelini benimsemiştir. Tek baş, kırk ayakla yürümektedir. Şimdiden bu kırk ayaktan hangisinin ayakkabısının yalanacağı kargaşasına mahal vermemek için 39’u havada, tek ayak üzerinde sek sek yapmakta AKP. Kırk ayaktan, Ali Baba’nın kırk haramisi de çıkar. Bu kırk haraminin; kırk ayağı Bodrum’un zeytininde, ormanında, koyunda, kumsalında, merasında dolanmakta. İslam Külliyesi adı altında külliyen sorunlu bir ayak olmakta. Cennet Koyu’nda tarihin üzerinde dozer paleti olmakta. Akbelen ormanında kömür karası, Tuzla’da flamingonun kanat yarası, zeytinliklerde madeni idam sehpası olarak görünüyor bu ayakların bir kısmı. Ayak yalamak birilerinin fıtratında olabilir. Birileri AKP gözdesi Mehmet Cengiz’in telefonunun öbür ucundaki milletten de olabilir. Ama Bodrum yanlış adres. Bu kadim topraklar üzerinde tarih boyunca ayak-ayakkabı yalayan bir kavim olmamıştır. Yalaka çıktı mı? Evet ama münferit. Ama tarihin babası Herodot da boşuna bu topraklarda doğmadı. “Hukuk her şeyin kralıdır” sözlerini sarf ederken, bugüne de atıfta bulunmuş gibi Herodot. AKP-MHP’nin, Bodrum’daki Herodot düşmanlığı da tesadüf değil. Herodot’un tariflendirdiği tarihte ve yaşamda ayak(kabı) yalama kültürü yok. Üç buçuk ay sonrasında, AKP’nin ayak(kabı) ile imtihanı başka bir boyutu ile de önemli. Yalayıcılar bu onursuz ve mide kaldırmaz meşgaleden azat olacaklar. Yalamanın dışında da bir dünyanın, hayatın olduğunu fark edecekler. Bu sebepten kalıp, dikiş tutmaz AKP pabucunun bir daha geri dönmemek üzere dama hatta damın ardındaki tarihin çöplüğüne atılması önemlidir. Tarihin babası Herodot’un hemşehrileri bu bayrama fazlası ile hazır. Üç buçuk ay sonrasında tüm memleketi Bodrumlulaştırma zamanıdır. Yalamasız ve yalakasız bir hayat elbette mümkün… Üç buçuk ay sonrası biraz da bunun seçimi olacak.
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)