‘Şans’ şu sıralar en çok kullandığım kelime galiba… Daha çok ‘yokluğundan’ şikayetçi olurdum, başıma gelen son olayla bir kez daha karalar bağladım… Ta ki ‘şans’ın bazen insanlara o an için..
‘Şans’ şu sıralar en çok kullandığım kelime galiba… Daha çok ‘yokluğundan’ şikayetçi olurdum, başıma gelen son olayla bir kez daha karalar bağladım… Ta ki ‘şans’ın bazen insanlara o an için tüm gerekenleri verdiğini ancak onlarla kendilerini daha ne kadar mutsuz edebileceklerini gördüklerinde onun bir ‘şans’ olmadığını fark ettiklerini görene dek. Biraz karışık ve yoğun bir cümle oldu. Anlatmak istediklerimi bir ‘kıssadan hisse’ öyküsüyle özetleyeyim dedim… Sıkılmazsanız bir okuyun, sonra anlatırım payıma düşen hikayeyi size;
Köyün birinde bilge bir adam yaşarmış. Çok fakirmiş ama görenlerin kıskandığı şaheser bir atı varmış. Ülkenin kralı bile bu at için servet önermiş de bilge adam atını satmaya yanaşmamış. ‘İnsan dostuna paha biçebilir mi?’ demiş… Bir gün bilge adamın atı ortadan kaybolmuş. Köylü ‘geçmiş olsun’a gelmiş ve ‘Seni ihtiyar bunak, atı satsaydın beyler gibi yaşardın. Şimdi ne atın var ne de paran’ diye eleştirmiş bilge adamı. O sadece ‘karar vermek için acele etmeyelim’ demekle yetinmiş. ‘Bu bir talihsizlik mi yoksa tam tersi mi?’ diye de eklemiş. Köylüler ‘sen iflah olmazsın’ diye diye evlerinin yolunu tutmuş.
Gel zaman git zaman at bilge adamın evine dönmüş. Yanında da 12 vahşi ama cins at! Köylüler bu manzarayı görünce “Sen haklı çıktın. Başına devlet kuşu kondu. Artık bir at sürün var” demiş. Yaşlı adam “Karar vermek için yine acele ediyorsunuz” diyerek bir kez daha şaşırtmış onları.
Bir hafta geçmiş, geçmemiş. Vahşi atları terbiye etmeye çalışan bilge adamın oğlu, attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimine destek olan genç adam, uzun süre yatalak kalacağından, bu bilge adam için aslında ‘felaket’ gibi bir şeymiş! Köylüler geçmiş olsuna gelirken boyunlarını büküp bir kez daha özür dilemiş bilge adamdan. “Bir kez daha haklı çıktın. Meğer, 12 vahşi atın sana gelmesi şans değil, kadersizlikmiş!”
İhtiyar adam başını sallamış “Orasını bilemeyiz” demiş bir kez daha… Aradan çok geçmemiş, krallık savaşa girmiş. Eli silah tutan tüm gençler orduya çağrılmış. Kralın emri, demiri keser elbet! Fakat bizim bilge adamın oğlu yatağa mahkum olduğundan, savaşa da gidememiş. Köyde bir matem… Çünkü o savaşın kazanılmasına imkan yok.
Bilge adamın oğlunun attan düşüp yatağa mahkum olması talihsizlik değil, şansmış meğer. Köylüler böyle söylemiş ihtiyara. “Bilemezsiniz” demiş bir kez daha. “Acele karar vermeyin.”
Bu kıssadan nasıl bir hisse düşüyor payımıza derseniz, “Hayatın küçücük bir dilimine bakıp tamamı hakkında hüküm vermekten kaçının. Bir yol biterken, yenisi başlar. Bir kapı kapandıysa, bir başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız, daha yüksek bir hedef belirir.” derim… Ve başımıza gelen her kötü olaydan ‘şer’ beklememek gerektiğini söylerim… Her güzelliğin de bir bedelinin olabileceğini…
Bu ruh haline girişim kesinlikle tesadüf değildir! 2018 yılını yaklaşık iki aydır mahkum olduğum yatakta uğurluyorum ne yazık ki… Talihsiz bir kaza geldi başıma. Pek severim hareketli yaşamayı. Bir “dur” geldi bana… Görüntüde tamamen ‘sakarlığımın’ bir eseri bu başıma gelenler ve fakat biraz da ‘talih’ var işin içinde bana kalırsa… Ne kadar keyfim kaçsa, moralim diplerde olsa da “Vardır bunun da mantıklı bir sebebi” diye teselli bulduğum doğrudur.
Hayatın dengesi, iyi ve kötünün iç içe olduğunu bilmek ve her iyi olayın beraberinde kötü olaylara da sebep olabileceğini, her kötü olayın devamında iyi olaylara sebep olabileceğini kabul etmektir aslında.
Eskiler buna ‘her işte bir hayır vardır’ dermiş. Şimdilerde başımıza kötü bir olay geldiğinde, karalar bağlayıp ‘neydi benim günahım’ diye soruyoruz ya kendimize… Halbuki gerçekte neyin bizim için ‘şans’ neyin ‘şanssızlık’ olduğunu ancak gelecek günler gösterecek, bilmemiz gerek… Bu bakış açısını kazanmak için bir dizi felaket atlatmak gerekiyorsa, bu da hayatın ‘cilve’sidir zannımca…
Yılın son köşe yazısında söyleyecek pek çok sözüm birikmiş olsa gerek, konudan konuya atlıyorum farkındayım… Ama içimde kalacağına, gündeminizde kalsın! Şu son bir aydır, sağlık sebeplerinden dolayı evde çalışmak durumunda olduğumdan, önümde bilgisayar, yanımda telefon, karşımda da televizyon var doğal olarak… Ve ben yurdumun gündemini pek yakından takip edip, kitle psikolojisinin ‘oyun kurucusu’ televizyon kültürüne pek yakından vakıf oldum bu süre zarfında. Hemen kısa kısa özet geçeyim. Arkadaşlar, bu millet iflah olmaz bir yola girmiş benden söylemesi! Öyle bir kültür dayatılıyor ki insanlara, şeklimizin şemalimizin, gençliğimizin, geleceğimizin değişmesi bundanmış, çözdüm ben nihayet!
Bu ülkede kadın ve çocuk istismarı gündemin ilk sıralarında çünkü televizyon dizileriyle ‘şiddet’ yüceltiliyor. Kadınlar pısırık, kadınlar ezik, kadınlar evde, kadınlar biçare! Kadınlar ‘para’ ile satın alınıyor…. Erkek egemen toplumun tüm dayatmaları, yaşam biçimi olarak zerk ediliyor toplumumuza. Zehirleniyoruz orası kesin! Nekahat dönemim bitince ‘ekran’sız günlerime döneceğim. Velhasıl size de aynısını salık veririm! Özellikle çocuklarınızı televizyondan uzak tutunuz!
Koskoca bir yıl daha derlenip toplanıp çıkıyor hayatımızdan. Hangi ruh halinde, ne vaziyette olursam olayım her şekilde coşku verir bana yeni yıl. Payınıza irili ufaklı mucizelerin düştüğü, sevgiden, aşktan, mutluluktan, keyiften başınızın döndüğü, sevdiğiniz sevildiğiniz, umutlu ve mutlu bir yıl olsun hepinize…
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)