Yıllarca kafamıza göre yönettik ülkeyi. Ne Anayasa tanıdık, ne ilkelerini, ne Anayasa Mahkemesinin kararlarını.Geceleri torbalara doldurup Meclis’ten çıkardığımız kararlarla, devletin oturmuş tüm yasalarını değiştirdik, düzeni tepetaklak ettik. Kafamızda yaşattığımız eskiye..
Yıllarca kafamıza göre yönettik ülkeyi. Ne Anayasa tanıdık, ne ilkelerini, ne Anayasa Mahkemesinin kararlarını.
Geceleri torbalara doldurup Meclis’ten çıkardığımız kararlarla, devletin oturmuş tüm yasalarını değiştirdik, düzeni tepetaklak ettik. Kafamızda yaşattığımız eskiye özlemi, güzelim devletimizin başına çuval gibi geçirip, bunun da adına yeni Türkiye dedik.
Ben yaptım oldu sistemini, şimdi benden sonrası tufan sistemine döndürüyoruz. O sistemde dilediğimiz gibi harcadığımız paramız vardı. Benden sonrası tufan döneminde paramız da kalmadı. Bakalım şimdi milletçe nasıl ıslanacağız aynı yağmurun altında..?
Ehliyetsiz,liyakatsiz, inat, ısrar çerçevesine oturmuş ve toplumun dine saygısını kendi siyasal anlayışı için dibine kadar kullanmış yönetimimize, salgın hastalık da eklenince ekonomimizi çökerttik adeta. Aslında tüm hatalarımıza rağmen, böylesine tamtakır hale getirmeyebilirdik hazinemizi. Ama o her şeyi ben bilirim, ben yaparım inadımız ve anlayışımız yok mu, o devletin itibarı söylemine yaslanıp yönetimde müthiş bir israf kasırgası estirmemiz yok mu, o sosyal devletiz diyerek iktidara oy verenleri,yan gelip yatan Osman’ları doyuran hovardalığımız yok mu, işte o perişan etti bizi. İşin daha da önemli yanı, perişan olduğumuzu ve devlet yönetim kontrolünü iyiden iyiye kaybetmeye başladığımızı hala fark edemeyişimiz..
Millet huzursuz, pahalılık, geçim sıkıntısı ve mutfaklardaki yangın, öfkelere ve tepkilere, her kesimde protestolara sebep oluyor. Sosyal tansiyon çok yükseldi. Yönetimin beynine pıhtı atmasından, kalbinin teklemesinden, yoğun bakımlık hale gelmesinden korkuyoruz. Ama yönetim oralı değil, bomba gibi olduğunu göstermek için ne mümkünse yapıyor.
Akşamları televizyon haberlerine bir bakın Allahaşkına, bizi yönetenler öyle güzel şeyler söylüyorlar, öyle pembe tablolar çiziyorlar, öyle nurlu ufuklar gösteriyorlar ki, galiba hasta biziz diye şüpheye düşüyoruz.
Yeni yükselttiğimiz asgari ücretlerimiz,haftasına yoksulluk sınırının altında kaldı.O bütün çalışma hayatı boyunca rahat edeceğim diye sigorta primini aksatmadan yatıran işçi ve emeklilerimiz, geçinememek bir yana beslenemiyorlar, ilaçlarını bulamıyorlar, bulabildiklerine ekstradan para ödüyorlar. Öğrenciler çok pahalanan ders kitaplarını alamıyorlar, eski kitapların fotokopilerini çıkartarak okula gitmeye, ders çalışmaya gayret ediyorlar. Böyle bir ortamda Cumhurbaşkanının maaşının 100 bin liraya çıktığını, milletvekilleriyle yüksek bürokratların maaşlarına aşırı zam yapıldığını, bazı danışman ve torpilli bürokratların dört-beş yerden maaş aldıklarını öğreniyoruz. Olacak iş mi bu?
Enflasyonu bizim gibi füze hızıyla yükselmeyen, yüzde 2-3 oranında artan ülkelerin bazılarında, Başkanların, Başbakan ve milletvekillerinin maaşları yarıya düşürülüyor. Bizde böyle bir şeyi hiç duydunuz mu, hiç gördünüz mü böyle fedakar idarecileri? Bizde aksine, her konuda birbirine giren, kavga eden, karşılıklı yumruk sallayan milletvekilleri, iş maaş artışına gelince can ciğer, kuzu sarması oluyorlar hemen. Sadece iktidara yüklenip durmayalım, bizim muhalefetimiz de aynı. Bir muhalefet milletvekili gördünüz mü,(bu maaş bize fazla)diyen. Aksine maaşlarının azlığından şikayet ediyor çoğu. Lüks, saltanat, gösteriş ve şatafatta, muhalefet belediyeleri de yarışıyor iktidar belediyeleriyle. Bakın makam araçlarına, çok pahalı döşenmiş odalarına, hatta binalarına. Tenceren dibin kara, seninki benden kara deyimini unutmamak lazım.
Benden sonrası tufan dönemi, hesabı kitabı iyi bilenlerle önünü iyi görenleri ve sade vatandaşları ürkütüyor doğrusu. Sanki her şey normalmiş gibi davranıyoruz. Tasarrufa kulak astığımız yok. Hala yeni makam arabaları sipariş ediyoruz. Hala işsiz yandaşlarımızı atıyoruz devlet kadrolarımıza. Dünya otomasyona giderken, mevcut memurların sayısını azaltıp çoğunu emekli ederken, olmazsa çalışma saatlerini düşürürken, biz hala adam alıyoruz devlete. Eskiden bir kişinin işini üç kişiye yaptırırdık devlette. Bugün bu rakam 10-15’i aştı. Zaten hantal bir yapısı vardı yönetimimizin. Şimdi daha da beter hale döndük. Çoğu bankamatik çalışıyor, oturacak bir odası, sandalyesi bile olmayan o kadar çok yeni memurumuz var ki..
Siyaset ülke yararına çalışacağına, karambole doğru gidişe seyirci ve kayıtsız kalıyor.Sözüm sadece iktidara değil, muhalefete de.. Oy alacağım diye, işlerinin çoğunu nüfus müdürlüklerine aktardığımız muhtarlara vermediğimiz kalmıyor. Bir işçinin bir ayda çalışarak aldığı asgari ücreti muhtarlara ödeyeceğiz şimdi. Yetmedi,sigorta primlerini de devlet yatıracak. Silahının 10 bin lirayı bulan ruhsat parasını da ödeyeceğiz. Onlara birer de muhtarlık binası yapacağız. Ohh ne ala memleket..Oy kaybolmasın diye muhalefet de sesini çıkaramıyor buna, ses çıkarmak bir yana, muhtarlara bir de sekreter önerisinde bulunuyor. Pes doğrusu…Bu ülkede doğruları söylemekten korkmayan, oy çıkarını milli menfaatlerin önüne geçirmeyen siyasetçileri mumla arar hale geldik.
Bir Milli Eğitim Bakan Yardımcısı atıyoruz ki, evlere şenlik.. Okulda Türkçe yerine Arapça konuşmayı teşvik ediyor, teneffüslerde bile Arapça konuşsunlar diye öğrencileri zorluyor. Böyle birini değil Bakan yardımcılığında okul kantininde bile görevlendiremeyiz. Onu böyle bir makama layık gören yönetim, Fen öğrencisine 3937 lira harcarken, İmam-Hatip öğrencine 8539 lira harcıyor. Okulların çoğunu İmam Hatip’e çeviriyor. Çocuklarımızı öbür dünya ağırlıklı eğitmeye çalışıyoruz. Diyanet İşleri 4-5 yaşındaki miniklere okul öncesi din dersi verecekmiş. Elbette yavrularımız dinimizi öğrenmeliler ama bu öğreti, siyaset gözlüğünden verilmemeli. İlkokul ve ötesinde haftada birer saat dini öğretim yeterli olmaz mı? Bizim nesil öyle yetişti ve bugüne bakarsanız dini bilgi,ahlak ve anlayışımız, mevcuda on basar.
Neyse,bu hassas konuya yeri ve zamanı geldiğinde tekrar döneceğiz. İki defa hacca gitmiş, kabemizin içine girme şans ve mutluluğuna erişmiş, mikrofonlardan değil minarelerden ezanımızın sesini duymaya hasret bir mümin olarak, bugün dinimiz adına yapılan siyasi köpürtmelere bakarak üzülüyorum. Allah’la kul arasına bu kadar sorumsuzca girilmez. Fazla içimi döktüm siz değerli okuyucularıma. Aslında size daha güzel şeyler söyleyecektim. Şimdi onu özetleyeyim.
Tüm olumsuzluklara ve üzücü olanlara rağmen, ben gelecekten çok umutluyum. Yaptığımız bütün yanlışları düzelteceğimize, Türkiye’yi özlediği refah, huzur ve güven ortamına taşıyacağımıza, kavgalarla gürültülerle boşa geçen zamanımızı elbirliğiyle telafi edeceğimize yürekten inanıyorum. Buna sizler de inanın lütfen. Biz küllerinden doğmuş, nice kahramanlara sahip güçlü bir milletiz…
Can PULAK
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)