Yazarlar

Papatya ve Zeytinliklerin Vebali…

Issız sayılabilecek, tozlu, daracık sokaklarına aşık olup geldim ben Bodrum’a. 1980’de oldu ilk tanışmam.. Sırt çantamı alıp, bisikletimle kolayca ulaşabildiğim , özgürce, minimum ya da hiç parayla geçirdiğim zamanlar beni..

Papatya ve Zeytinliklerin Vebali…
Çiğdem Erko Torba barınağı
Çiğdem Erko

Issız sayılabilecek, tozlu, daracık sokaklarına aşık olup geldim ben Bodrum’a. 1980’de oldu ilk tanışmam.. Sırt çantamı alıp, bisikletimle kolayca ulaşabildiğim , özgürce, minimum ya da hiç parayla geçirdiğim zamanlar beni içine aldı, sarmaladı. Büyük şehrin kaosundan sonra, ‘huzur ve mutluluk bu olmalı’ dediğim bir yaşama yelken açmıştım… Yıl 2001, Şubat… Ki o yıllarda böylesi kalabalık yoktu memleketim

İstanbul’da da, mülteci deyince fi tarihinde gelen Bulgar göçmeninden başka bir şey bilmediğimiz dönemlerdi. Halâ Cumhuriyet ve Atatürk değerleri ulusun çoğunluğunun birleştiği, malum istihbarat ve derin devlet kaynaklı siyasi İslâmın pusuda beklediği yılların başlangıcıydı.
Boğaz ve Adalar’da yüzmüş, soğuk denize alışkın ben, Bodrum’un kuzeyindeki sularda yüzerken, hem memleketim İstanbul’u hissediyor, hem Bodrum’un nemsiz, rutubetsiz iklimini yudumluyor, yazın dahi esmekten vazgeçmeyen serin rüzgarlarında güneşle bütünleşiyordum 9 ay boyunca.
31 Aralık günü kapatıyordum deniz mevsimini ve bazen Mart’ın son haftası, bazen 1 Nisan’da açıyordum.
Herkesin birbirini tanıdığı, selamlaştığı, mahalle bakkalından ve pazardan alışveriş yapıldığı, her şeyin tazesine doğalına ulaşılabildiği, masal gibi geçen günler…
Komşuluk çok güzeldi, yıllarını yüksek apartmanlarda geçiren ve biraz da iş hayatının getirdiği zamansızlıklar nedeniyle yan dairedeki komşu ile bile, -günaydın-iyi akşamlar sözcüklerinden öte gitmeyen ilişkiler yaşamış, komşuluk ilişkilerinde güdük kalmış biri olarak, burada tanıştığım yeni insanlardan gelen içten davranışlar, pişen bir börek ya da reçelin, hiç beklenmedik zamanda, “kokmuştur, afiyet olsun” diye kapıma getirilmesi, ya da o evlere davet edilmek o kadar uzak geliyor ki bu gün.
Pikniğe gidilecek, güneşi batıracak, yürüyüşler yapılacak, sessizce oturulacak pek çok alan vardı… Çok az var olan kafemsi mekanlarda kitap okumak muhteşemdi, gece hayatı tehlikesiz ve kaliteliydi, çok az özel araç vardı trafikte, yazın artan nüfus hem daha nitelikli, hem daha az sayıdaydı..
Daha az dert vardı, daha kolay çözüm üretiliyordu ve 100 yıl değil 21 yıl öncesiydi…
Bir kasaba, nasıl plansız sözde büyür, nasıl hunharca değerlerinden uzaklaşır bunu gördüm bu 21 yıllık zamanda. Özgün, yerleşik kültürüne nasıl sahip çıkmaz, bu güzellikler neden olması gerektiği gibi korunmaz, korunamaz diye düşünmekten acı çektim, kısa da olsa mutluluğu, huzuru, dostluğu bulduğum bu yerde.

‘Para kazanmak, rantı sürdürülebilir kılmak için ortaya çıkmış bazı siyasileri nasıl da görmezden gelmiş bu seçmen? Aç gözlü, vizyonsuz iş adamlarına, kara para ticaretine, muhteşem bir tarihin çirkin yapılara kurban edilmesine neden yeterince direnemedi Bodrum?’ diye düşünerek geçti yıllar. Elbette kendi gözlemlerim, şahit olduklarım çerçevesinde ve siyasi alanda çalışıp, görev yapmanın getirdiği eşsiz deneyimlerle bunun yanıtını artık biliyorum.

Çizdiğim bu olumsuz gidişte bizzat dahli ve kazancı olan nice ismin, -mış gibi yaptığını, hamaset kokan konuşmalarını izlerken , üzülerek gördüm.
Gelişmek, yaşadığımız yere katkı koymak, çağdaş ama yerel dokuya sadık kalarak projeler üretmek için üniversite diploması, hatta master bile tek başına yeterli değil, bunu üzüntüyle izliyorum gelinen noktada.
Satılan, peşkeş çekilen Cumhuriyet işlikleri, yok olan tarım üretimi ve onun getirdiği işsizlik, nüfusun demografik yapısını olumsuz etkiledi, büyük şehirler, vasıfsız, iş arayan köy-kasaba insanı ile faydasız büyüdü, her plansız büyüme gibi, ortaya çıkan kötü tablo, kıyı kentlerini işgale yol açtı.
2.5 yıldır devam eden alt yapı çalışması henüz bitmeden, nüfus 600.000’e dayandı yarımadada. 200.000 nüfusa göre hazırlanan imar planları, yol düzenlemeleri, ulaşım düzeni yetersiz kaldı.

Yetkilerin 3 ayrı kuruma bölüştürülmesi, yarımadanın bütüncül gelişimini engelledi ve gidişat beklediğimiz gibi evrilmeyecek gelinen noktada.
Tarihi ve coğrafi konumuyla, var olan çeşitliliği ile pek çok kültürün bir arada yaşandığı, insani değerleri yüksek , muhteşem bir Türkiye’de, üstelik Mustafa Kemal Atatürk gibi bir önderin yarattığı, çağdaş, akılcı bir yol haritasına sahip bir ulus olarak bu kadar beceriksiz olmayı nasıl becerdik?

Bodrum gibi çok özel, tarihi-kültürü- insanıyla çok güzel, iç içe geçmiş yeşil-mavisiyle bir peyzaj harikası yerleşkeyi nasıl bu noktaya getirdik? Önce vatan diyen bir ulusun çocukları olarak hiç mi suçumuz yok? Kötüyü göremedik, görmek istemedik, mücadelede yetersiz kaldık veya nemalandık. Önce ve biteviye şikayet ettik, çözümün bir parçası olmayı düşünmedik-düşünemedik, hiç mi suçumuz yok?

En masum olan ilk taşı atsın… Ve lütfen geçmiş ya da geleceğe dair, düşüncelerinizi, öngörülerinizi paylaşın hepimizle.
Sevgiyle…

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL