Yazarlar

Görür müyüz?

Kalafatçı Hikmet tokmaklıyor pamuğu, Tak dak da tak dak… Depiştiriyor boyuna gevilmiş mader armozlarına kandil fitili gibi. Boyacı Hüseyin verniği vuruyor pasalamaca parampede, cilâ gibi parlıyor Kızıl çam. Macuncu Fuat..

Görür müyüz?
Uğur Aybatan mandıra yoğurdu
Uğur Aybatan

Kalafatçı Hikmet tokmaklıyor pamuğu, Tak dak da tak dak… Depiştiriyor boyuna gevilmiş mader armozlarına kandil fitili gibi.

Boyacı Hüseyin verniği vuruyor pasalamaca parampede, cilâ gibi parlıyor Kızıl çam. Macuncu Fuat da sıvıyor karinayı Osmanlıyla…

Eta pita Mehmet, üç kayık ötede vurdu sipreli balansa, bir de rüzgâr başladı mı Allah’ın Mayısında… Ne kadar küf – pas – toz varsa uçtu geldi yapıştı cam gibi parlayan verniğe – sakız gibi uzayan macuna.

“Uleeeee!!! Du baken duuuu! Deli maymın, batırdın çıkardın ortalııı duuuuu!!!” Diye bağırdılar boyacı Hüseyinle macuncu Fuat ikisi birden telaşlanarak.

Eta pita bu dinler mi… Durdurabilene aşkolsun, kalaylanmış güğüm gibi parlatıyor koskoca demir balansı.

En sonunda biri koşdu gitti de dürttü yargınından Eta pita yı. Ortalık duruldu azcık, toz – duman yatışdı.

“İki dene gaaalldı” diye diye satarak geliyor kolundaki sepette dizili şişeler dolusu ayranı, Ali dayı…

Surların dibindeki yer ocağında fakırdıyor bir kaç tenele iç yağı, öyle de güzel kokuyor ki aç karına – kurban kavurması gibi yiyesi geliyor insanın.

“Viraaaa!!!” Diye bağırıyor kızakçı Kâzım. Kızaklar gacırdayarak kaydı yağlı lâtaların üstünde, vardı durdu yalı kıyısındaki ızgaranın ağzında, “Agantaaaa!!!” Ünüyle…

Şöyle bir yaylandı kayık kızakların üstünde. Horoz Ali çıkdı patırdadı kamaradan. “Basemi marşa le? Basemi marşa?!” Diye bağıraraktan.

“Tel kısdıııa!!!” Diye bağırıyor deli Osman, tersanenin ta öte yüzündeki ırgatın başından.

Cebinden çıkardığı bir tomar parayı küpeşteden attı – savurdu Horoz Ali. Banknotlar uçuşmaya başladı havada dönerekten. Sonra gelip kondular kara toprağa – etrafımıza. “Pinti herif! – Hepsini 5 lik yaptırmış!” Diye söylendi keserci Recai.

“Paklava mı veriyon, tulumba mı???” Diye takıldı postacı İsmail.

İçinde kuru pasta kutuları olan naylon poşeti aşağıya doğru sarkıttı Horoz…

“Benimki şöbiyet olsun!!!” Diye bağırdı Reis… Reis derken, ben…

Yüklendik, iteledik kızakları, ızgaranın üzerinde kuğu gibi kaydı kavuştu denizine kayık…

“Hayırlı seferlerin olsun kayık, başını karadan – kıçını boradan korusun Allah…”

Tezgâhta yeni bir kayık daha kurulu, taze çırağına bir şeyler öğretiyor Erol usta. Siparişler sıralı beş sene sonrasına bile…

Evleri seyrekti Bodrum‘ un, surların dışında tek tük başlamıştı beton bloklar bir birine sokulmaya.

“Buralı olmayan bizden değildi ya hani”

Ne garip, yurdun başka yerlerinden gelen esmer tenliler eziliyor beton blokların altında.

Onları hor görüyor mahalle gençleri kendi acınası hallerine bakmadan. Yüzdeleri kıyaslasak eğitimde, geçebilir miydik acaba Adıyaman’ dan.

Kızları güzeldir Bodrum’ un ama değersizdi babasının gözünde. Kıymetsiz yalıları bıraktılar onlara miras, damatlar zengin oldu sonunda. Oğlanlar da türbe diktirsin artık tepelerine…

Dünya güzel – kalın bir kitap. Gezip görmeyen sadece bir sayfasını okur, o da cahil değilse. Her yeri gezip – görüp kültürünü artırmak – vizyonunu genişletmek varken kendini kör kuyulara atmak niye?…

Kardeşlik de dostluk da kalmış paraya, girmesin sakın fitne – fesat araya.

“Degidi degidi zalimey, Yeter etme çalımey / Evimi başıma yıktın, Bir kere de sor halimi.”

“Ben seni sevduğumi da dünyalara bildirdum
Endirdun kaşlaruni, babani, babani mi eldurdum?”

“Harmandalı efem geliyor
Bileğinden kanlar akıyor
Gümüş bilezikli mavzerin
Namlusu ateşler çakıyor”

Ezgilerimizin – türkülerimizin bile ortak paydası aynı değil midir duyguda? Bu düşmanlık niye???

Günümüzde tersaneler üretimi durdurdu, ayakta kalabilenler de ufak çaplı kapı – pencere – masa – sandalye işleriyle günü kurtarabilme çabasında. Denizin bereketi söndü, ovalara beton döktük.

Sözde geçen Temmuz’ dan ötürü şöyle atağa geçecektik böyle zenginleşecektik ülkece. Aşırı basınçlı pompalanan umutlar “çuf” dedi söndü, balon vaatler çöpe. Kısacası “hayat boş – pompala coş!”

Şimdi ise “Aralık ayında bu iş bitecek” diyorlar.

Doğal olarak sorma – sorgulama hakkım doğuyor; “Hangi Temmuz – hangi hangi Aralık? 20??

Görür müyüz?

Kardeşçe yarınlara koşabilmek ümidiyle, kalın sağlıcakla…

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL