Bodrum Manşet

Bodrum’un Bir Çınarı Daha Veda Etti: Ali DOKSAN

Bodrum’daki Sakallı Lokantasının ikinci kuşak temsilcisi Ali Doksan vefat etti. 1933 doğumlu Ali Doksan, Kumbahçe Uğur Camii’nde kılınan öğle namazının ardından Kızılağaç mezarlığında toprağa verildi. Doksan, ikisi kız, biri erkek..

Bodrum’un Bir Çınarı Daha Veda Etti: Ali DOKSAN

Bodrum’daki Sakallı Lokantasının ikinci kuşak temsilcisi Ali Doksan vefat etti. 1933 doğumlu Ali Doksan, Kumbahçe Uğur Camii’nde kılınan öğle namazının ardından Kızılağaç mezarlığında toprağa verildi. Doksan, ikisi kız, biri erkek üç evlat sahibiydi.

Ali Doksan ile 2017 yılında yapılan bir röportaj, Bodrum’un emektar esnafının yaşam öyküsünü ve Bodrum’un 50 yıl öncesini anlatıyor. Keyifle okuyun:

1945’ten bugüne uzanan bir “Sakallı” hikayesi vardır Bodrum’da… Yarım asırı geçen bir lezzet mekanıdır burası… Merhum Mustafa Akçaalan, nam-ı diğer “Sakallı” ile başlayan bir yolculuğun adıdır “Sakallı” Lokantası… 1945 yılında kurulan ve bugün ünü Türkiye sınırlarını dahi aşan Sakallı’da, Bodrum’un tarihine tanıklık eden mekan sahibi Ali Doksan’la buluştuk sizler için… Gülüşü güzel, gönlü güzel, yüreği güzel bir Bodrumlu ile tarihte doyumsuz bir yolculuğa çıktık. İkinci dünya savaşı yıllarından bugüne uzanan Bodrum’u, Ali Doksan’ın anlatımıyla dinledik.

Ali Doksan’ın nüfus kağıdında 1933 yazıyor… Babasını kaybettiğinde 11 yaşındaydı. Zamanın meşhur köftecisi Mustafa Akçaalan, o günden sonra Ali Doksan’a babalık yapmaya başladı. Nam-ı diğer “Sakallı” Mustafa Akçaalan, dayısıydı Ali Doksan’ın. “Babam öldükten sonra dayımın yanına sığınmak zorunda kaldım. Allah razı olsun, bize kucak açtı, sahip çıktı” diye anlatıyor o günleri… O vakitler okula devam eden Ali, günlerini dükkandan okula, okuldan dükkana koşturarak geçiriyormuş. İlkokulu bitirdikten sonra daha yükseğine gitme imkanı bulamamış. Çünkü o yıllarda Bodrum’da okul yok. Bir Cumhuriyet İlkokulu, bir de Tepecik İlkokulu var. O da “Sakallı” dayısının dükkanında çalışmaya devam etmiş haliyle. Kalmış mesleğin içinde… Dayı mesleğinin.

Gel zaman git zaman iyice ustalaşmış işinde Ali Doksan… Gecesini gündüzüne katıp çalışmış ekmek parası için. Ekmek parası deyip geçmeyin. Bodrum’da yokluk, yoksulluk var o yıllarda. Savaştan çıkmış bir Türkiye’nin bu mavi sürgün yerinde ne zenginlik, ne gösteriş ne de turizm var… İşte o yıllardan bugünün Bodrum’una uzanıp gelen bir yaşam öyküsü Ali Doksan’ınki…

“SABAHA KADAR KOLLU MAKİNEDE ET ÇEKERDİM”

Bir gün “Sakallı” Mustafa Akçaalan emekli olmaya karar verir. Şimdiki Manastır Otel’in üzerinde bir tarlası vardır. Sonraları kooperatif evleriyle dolan… Orayı satıp köşesine çekilir cefakar dayı. Dükkanı da çalışkan yeğeni Ali Doksan’a bırakır. “Sen çalış” der bu saatten sonra… “Ne halin varsa gör!”… Ali Doksan’ın “Sakallı” lokantası işte o günlerde işlemeye başlar. Bakın nasıl anlatıyor Bodrum’un emektar esnafı o günleri:

“Gecemi gündüzüme kattım, çok çalıştım. Gecenin üçünde kalkar gelirdim dükkana. Soğuk havadan et çıkarırdım. Elektrik yok ki o zamanlar. Sabaha karşı dükkana gidip 35-40 kilo eti çengele asardım. Lüküsü yakardım, çalışarak sabahlardım. O eti makinede kıyılacak hale getiririp doğrardım. Sonra makinenin başına geçerdim. Makine deyince yanlış anlaşılmasın. Elektrikli değil, kol gücüyle çalışıyor. 40-50 kilo et kıyardım. Kol gücüyle. Ama ben de öyle güçlüydüm ki… Etimi tutamazdınız. Her tarafım kayış gibiydi. Yere çaksan girerdim.”

Genç, güçlü kuvvetli, bir o kadar şevkle çalışan Ali Doksan, işte o yıllarda talihsiz bir kaza geçirir. Aydın Hastanesi’ne götürürler Ali’yi… Bir ay boyunca hastanede yatar. Bodrum’a döner ama vücudundaki iltihap bir türlü iyileşmez. Meğer tedavisi yarım kalmış, sonradan öğrenirler. Yüzü yara bere içinde işinin başına geçer ama acılar da dinmez bir türlü. O yıllarda İstanköy’de yaşayan ünlü bir doktorun adını duyar. Bir saat içinde pasaportunu çıkarıp İstanköy’e doğru yola düşer. Doktorla görüşür, “Gençliğimi size emanet etmeye geldim” der… Doktor kalender, işinin ehli. Gülerek “Evlat” der Ali Doksan’a… “Senin burnunun kırığı daha taze, kaynamak üzere. O yüzden dokunamam. Seneye gel, seni anandan doğmuş gibi yapayım”. Ali Doksan kırık burnuyla çaresiz Bodrum’a döner…

Bodrum’a işinin başına döner ama heyhat askerlik vakti de gelmiştir. O yıllarda askerlik az buz değil, tam üç yıl!.. Toplar çıkınını, İskenderun’a yollanır bu sefer. İskenderun Eğitim Alayında eğitim çavuşu olarak yapar askerliğini… Kıbrıs olaylarının çıktığı seneler… Üç yıl sonra Bodrum’a döndüğünde, aklı hep o İstanköy’deki doktordadır. Aklında o doktoru görüp kırılan burnunu düzelttirmek vardır hep… Ama dayıları mani olur genç Ali Doksan’a… “Gitme seni öldürür Yunanlılar” derler… İsyan eder Ali, “Yapmayın yahu… Adam doktor, çok iyi bir insan. Ne var, karşı karşıya yaşıyoruz burada. Yunanlılar fena insan mı yani?” dese de dinletemez dayılarına. Kalır Bodrum’da. Birkaç kez İzmir’e gitse de kırık burnunu düzelttiremez bir türlü. “Buna da şükür” deyip yaşamaya devam eder kırık burnuyla.

“BODRUM ÜSTÜME ÜSTÜME GELİYOR”

Askerden dönüp geldi ya… İşte o Bodrum’un bıçkın delikanlısına bir garip gelmiş doğduğu topraklar asker dönüşü…. Askerden geldiği günü dün gibi hatırlıyor Ali Doksan: “Ben terhis oldum geldim. Şuraya (Sakallı’nın önüne) bir minibüs geldi durdu. Burası olduğu gibi boş alandı. Ta hanın dibine kadar. Futbol oynarlardı burada. Deve güreşleri de burda yapılırdı. Eyvah dedim iş bundan sonra başlıyor. Ben nereye geldim? Ne yaparsın, ne edersin! İn yok cin yok memlekette. Buradan yürüdüm gittim, Atatürk caddesine girdim. Oradan Cumhuriyet caddesine, eve doğru yürüdüm. Ama sanki o evler başıma yıkılacak. Alışmışım İskenderun’un geniş caddelerine. Daracık sokaklara girdim, evler başıma yıkılacakmış gibi geldi bana.”

BODRUM BODRUM… İKİ DÜKKAN Bİ FURUN!

Hey gidi Bodrum, Bodrum… İki dükkan bir fırın, peynir ekmek yiye yiye ne ağız kaldı ne burun!.. 18 yaşının deli doluluğuna kapılıp arkadaşlarıyla yarış yaparken kırsa da burnunu Ali Doksan, Bodrum’un o yıllarını sorduğunuzda ilk aklına gelen “yokluk” oluyor. “Öyle fakir, öyle yoksun bir yerdi” diyor.

O yıllarda otel nerede, restoranlar nerede? Senede birkaç kez deve kervanlarına ev sahipliği yapan Bodrum’da tek “mekan” Sakallı… Öyle ki yarımadaya iki üç tane yabancı gelse olay oluyormuş. Onlar da Kale’yi ziyarete gelirmiş zaten… Belediye’den Sakallı’ya tebligat yapılırmış en acilinden! “Akşam sofra hazır olsun, misafirler gelecek” diye… Başka ağırlanacak yer yok ki! Beklermiş artık misafirler gelsin, karınlarını doyursun diye… İşte öyle bir memleketmiş Bodrum.

İlk zamanlar sadece köfte yapıp satıyormuş “Sakallı”… Sabahları bir de yağda ciğer kızartılıyormuş ki sormayın gitsin… Kokusunu iskeleden dinlermiş insanlar. Taze oğlak ciğeri, ama lokum gibi!.. Zeytinyağında kızartılıp servis yapılıyormuş. Günde ben diyeyim 20, siz deyin 30 kilo ciğer satılırmış Sakallı’da… Millet kuyruk olurmuş. Sonradan sonradan Bodrum’un yöresel yemekleri başta olmak üzere, ev yemekleri pişmeye başlamış mutfakta.

“O günleri özlüyor musunuz” diye sorduğumuzda gözleri dalıyor Ali Doksan’ın uzaklara… Biraz nemli, biraz muzip gözleriyle düşünüp düşünüp basıyor kahkahayı: “Hem özlüyorum hem de kendi kendime o günlerin sıkıntılarını, fakirliğini düşünerek ‘aman ha bir daha gelmesin o günler’ diyorum… Memleket bomboştu. Üç tane cip vardı. O ciplerle köylere servis yapılıyordu. Köylüleri onlar götürüp getiriyordu. Nerede taksi, araba?

BALIKÇI’NIN OĞLUYLA GEÇEN ÇOCUKLUK…

Çocukluk arkadaşı Suat Kabaağaçlı… Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir’in oğlu. Okulda başlayan arkadaşlık uzun yıllar devam etmiş. Evlerinden çıkmazmış Ali Doksan… “Hatta Suat’ın yandan kurmalı bir teknesi vardı. Teneke tekne. Özel yapım. Babası görmüş geçirmiş adamdı tabii, nereden almışsa artık. Suat’la beraber kurardık koyuverirdik denize giderdi o. Pervanesi vardı giderdi, biz de arkasından yüze yüze koştururduk.” diye anlatıyor çocukluk günlerini. Suat’ın ablası Amerikalı bir başçavuşla evlenmiş sonraları. “Daha geçen sene buradalardı. Bu sene bilmem gelir mi gelmez mi? Ama Suat’ı görmedim epeydir. Öldü mü kaldı mı bilmiyorum” diyor. Çocukluk arkadaşının geçen yıl öldüğünü söylüyorum, üzülüyor.

BABA DOKSANAKİ’NİN PALUKO’YLA BODRUM’A GELİŞİ…

“Doksan” soyadını gururla taşıyor Ali Doksan… Girit’ten İstanköy’e gelen babasının adı o yıllarda “Doksanaki” diye telaffuz edilirmiş oralarda. Manası “Küçük Doksan” demekmiş. Öyle kalmış soyismi işte. Baba ile ne kadar az vakit geçirse de anılarına sıkı sıkıya sarılıyor Ali Doksan. Babasının, Mustafa Esin adındaki gençlik arkadaşıyla Bodrum’a gelişini yine gülerek anlatıyor. Nasıl gülmesin, bir un çorbası hikayesi var ki sormayın gitsin!

Paluko, Mustafa Esin’in lakabı… O’nunla birlikte İstanköy’den bir sandala atlayıp Bodrum’a geliyor baba Doksanaki… Akyarlar’da jandarmaya teslim oluyorlar. Askerler bu iki delikanlıya “un çorbası” ikram ediyor. Bakıyorlar, çorbayı bir şeye benzetemiyorlar. Bir taraftan da korkuyorlar tabii, “Yemezsek bu askerler bizi döver” diyorlar kendi aralarında konuşurken. Korkularından yiyorlar un çorbasını. Sonradan bu anıyı çocuklarına anlatırken gözleri dolu dolu olurmuş baba Doksanaki’nin…. “Allah razı olsun askerler bize iyi davrandı” dermiş her anlattığında… Akyarlar’dan Aydın’a gitmişler, olmamış geri dönmüşler. Kumbahçe’de Ali Doksan’ın da büyüdüğü Rumlardan kalma bir ev vermişler baba Doksanaki’ye… Çocukluğunun geçtiği o eve dair en net anısı, evin ambarı olmuş Ali Doksan’ın… Tahtadan yapılmış, masa genişliğinde bir ambar. Tek kapaklı… Babası kumanya ambarı yapmış orayı. Soğuk hava, buzdolabı nerede o zamanlar? Herkes evde en serin yeri bulup yiyeceğini korumaya çalışırmış Bodrum’da. Baba Doksanaki de incir deposu yapmış Rumlardan kalan o ambarı… Üç çuval incir alıp denizde bir güzel ıslattıktan sonra güneşe serermiş, sonra da basarmış ambara… “Denize batırıp çıkardığınız zaman incir kurtlanmazmış. O ambara teperdi o inciri. Biz de ceplerimizi onunla doldurup okula giderdik. İncirle karnımızı doyururduk. Ekmekle incir yerdik” diye anlatıyor Ali Doksan… Ve devam ediyor: “Şimdi bolluk var. Millet paşa şimdi.”

MEZARLIK ÜZERİNDE KİM MÜLK ALDIYSA YARAMADI…

Sakallı, şimdiki Deniz Müzesi’nin tam karşısında küçük ama her daim tıklım tıklım bir esnaf lokantası… Bugün çepeçevre restoranlarla, işyerleriyle sarılmış durumda. Oysa bir zamanlar bomboş bir arsaymış buralar. Bir tek Cevat Şakir’in diktiği okaliptüs ağaçları varmış önünde. Geri kalan her yer Han’ın oraya kadar bomboş arazi…. Önündeki alan, mezarlıkmış eskiden. Çitlembik ağaçlarıyla uzanırmış öylece… Gün gelmiş belediye parselleyip satmaya başlamış buraları. Dayı “Sakallı” bir dükkan yeri almak istemiş. Kiremitini, kirecini hazırlamış… Gönlünden geçeni Turgutreis’teki baba dostu bir hoca’ya sormuş. “Burası mezarlık hocam. Ama dükkanım yok, kiradayım. Buradan bir yer alıp dükkan yapmak istiyorum. Ama orada yatan meftaları toprağıyla beraber alıp başka bir mezarlığa gömeceğim, olur mu?” diye sormuş. Hoca “Oğlum Mustafa burası mezarlık. Matuf mu? Matuf… Matuf’un içinde senin ne işin var?” demiş… “Bırak kim ne yaparsa yapsın, sen bak onların sonunu görürsün” demiş… Ali Doksan, ondan sonra oraya dükkan yapanların hiçbirinin hayrını göremediğini anlatıyor ibretle…

SON ÇARE, LEYLA’YI KAÇIRIP EVLENİR!

Lokantasında gece gündüz çalışıp ekmek parası kazanan Ali Doksan, askerliği de bitirdiğinden, yuvasını kurmaya hazırlanır bir taraftan. O’nunki aşk evliliği olacaktır elbette. Yüreğiyle çalışan, yüreğiyle yaşayan genç adam, elbette yüreğinin sesini dinler evlilik söz konusu olduğunda da… 22 yaşındadır. Komşularının kızı Leyla’ya tutkundur. Annesini de babasını da çok sever Leyla’nın. Gidip isterler kızı. Onlar da verir… Düğün hazırlıkları başlar. Ne var ki düğün günü gelip çattığında Leyla’nın ailesi yan çizer! Ali Doksan’da şafak atar tabii… İşte o aşkın hikayesini yine ilk ağızdan dinleyelim:

“Düğün tarihi geldi çattı, yeri kiralamışım her şeyi tamam etmişim. Dediler ki “Biz hazır değiliz daha. Bu iş olmayacak.” Yahu biz bunu konuşa konuşa yaptık. Şafak attı bende! Hanımın teyzesi vardı. O’nun babası da İskenderun Mersin’de trolcülük yapardı. Oradan gelmişti. “Nursen” dedim teyzesine bir gün… “Bilet aldım akşam sinemaya götürecğim sizi!”… Aldım ikisini sinemaya gideceğiz sözde… Yolda giderken “Ben biletleri evde unuttum” dedim. “Gidelim de evden alalım”.. Götürdüm onları eve. Avludan içeri girdik. “Hadi Nursen sen git, Leyla’yı alıkoydu Ali Bey de” dedim… “Ali abi ne olursun yapma etme” dedi. “Hadi yürü sen, bitti bu iş. Buraya kadarmış. Bana gına geldi yahu. Usandım dedim. İşin sonunda cayıyorsunuz. Hadi yürü” dedim.. Bugün hatırlatınca Leyla Hanım hem kızıyor bana, hem de “haklısın” diyor… O günün şartları öyleydi ne yaparsın ki.”

Bilge, insan sevgisiyle yoğrulmuş kocaman bir yürek Ali Doksan… Anılarını dillendirirken yaşadığı acıları bile o olgun ve kocaman gülüşüyle kabullenip, hayata “şükreden” bir bilgin. Bir ömrü anlatmak öyle kolay mı sıradan kelimelerle? Ya da hayattan ne öğrendiğini anlatmak birkaç cümleyle… Soruyorum, “Hayat size ne öğretti” diye, başını hafifçe yana eğip bakıyor öylece ve “İyi insan olmayı öğretti” diyor… “Hayat bize iyi bir insan olma ilmini öğretti. Iyi bir insan olabiliyorsan, her yerde yerin vardır. Ben bunu öğrenebildim. Yılların esnafıyım burada, beni sevmeyen yokturAllaha çok şükür. Ali Doksan’ı kime sorarsanız sorun öyledir.” diye ekliyor…

Röportaj: Selda Öztürk

Bu röportaj, 2017 yılında yapılmıştır. Ali Doksan, 1 Haziran 2021 tarihinde Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Mekanı cennet olsun.

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL