“Önceleri evimizin bir odasını kiraya verdik, sonraları tüm odaları verdik, bizler bahçede divanda yattık. Baktık bu iş iyi gidiyor, gelenler çok memnun, inşaatla odalar ilave ettik evimizi pansiyon haline getirdik…
“Önceleri evimizin bir odasını kiraya verdik, sonraları tüm odaları verdik, bizler bahçede divanda yattık. Baktık bu iş iyi gidiyor, gelenler çok memnun, inşaatla odalar ilave ettik evimizi pansiyon haline getirdik. Daha ileri gittik evimizi yıkıp ya da bahçemize pansiyon inşa ettik.“
Bugün dünyanın en zengin iş insanlarına, magazin, sanat ve sosyete dünyasının önde gelen isimlerine ev sahipliği yapan Bodrum, turizme bir avuç Bodrumlunun ‘ev pansiyonculuğu’ yapmasıyla adım attı. O günlerde ne milyon dolarlık konaklama tesisleri ne de servet değerinde ikinci konutlar vardı Bodrum’da… İki dükkan, bir fırındı bu minik süngerci kasabası. Ve sakinleri, ekmeğini toprağından, denizinden çıkaran emekçilerdi. Bir gün uzak diyarlardan misafirler geldi ve her şey baş döndürücü bir hızla değişmeye başladı. Ali Dizdar, işte o günleri çocukluğunun anılarından akılda kalanlarla kaleme aldı. Çok keyifli bir “Hey gidi Bodrum” yazısı… İyi okumalar:
Rahmetli öğretmenimiz o zamanlar İlçe Milli Eğitim Müdürü olan Osman Nuri Bilgin’in de içinde bulunduğu bir heyet turizme balıklama dalmamız gerektiğine inanmışlar ki Bodrum’u dış dünyaya tanıtmaya başlamışlar, tanıtım broşürleri, ilanlar, basın yoluyla yayınlanmış ve bir bayram tatilinde Bodrum’a bir turist kafilesi akınını organize etmişlerdi. Ancak öncesinde yapılması gerekenler vardı, gelecek olan turistin konaklayacağı ne yeterli otel ne de yemek yedireceğimiz yeterli lokantamız vardı. Gelecek olan akına hizmet sunmamız mümkün değildi. O zaman yapılacak tek bir şey vardı, misafir ağırlama yöntemiyle ilk turist akınını karşılayıp hoşnut edebilmek. Biz öğrenciler vasıtasıyla da dâhil Bodrum ahalisine dört bir yandan haber salındı, misafir ağırlayabilecek ve istekli aileler tespit edildi, bu girişime evi uygun olanlar canı gönülden katıldılar, turizm danışma bürosu oluşturuldu. Bir de bu turistleri (misafirleri) evlere götürecek mihmandarlar gerekti ve biz okul öğrencileri görevlendirildik.
Yılını çok net hatırlamasam da muhtemel 1964 yılı ilkokul 5.sınıf öğrencisiydim. Bodrum’un girişi o zamanlar Postanenin önü olduğundan orada karşılama hazırlandı. Arife günü mihmandar olarak okul önlüklerimizi giymiş, danışma bürosu yanında benim gibi birçok öğrenci ile bekleşiyoruz. Gelen misafirler arabalarıyla geliyor, danışma üyelerince karşılanıyor gidecekleri ev tespit edilip yanlarına bizden bir mihmandar vererek gönderiliyorlardı. Sıra bana geldi Volkswagen kaplumbağa bir araba idi, benim bildiğim eve verilmişti, bir aile idi, beni de arabaya aldılar gittik. Evi gösterdim indiler arabadan, misafir karşılanır gibi karşılandılar, arabayı da kullanan araç sahibi bey, beni bırakmadı aldığı yere geri getirdi. Yani postanenin önünde ben arabadan inerken bana demir 2,5 lira uzattı. Almadım, indim arabadan, arkamdan o da indi ve parayı cebime koymaya çalıştı. Ben kaçmaya başladım, arkamdan koşmaya başladı, ben daha hızlı kaçtım, yetişemedi demir 2,5 lirayı arkamdan fırlattı, yerde tıngırdadığını duyuyordum ancak ben yaydan fırlamış ok gibi kaçıyordum, fırlattığı para bana yetişemedi ve çarşıdaki bakkal dükkanımıza kaçıp saklanmıştım. O, iki buçuk liraya ne oldu, birileri yerden alıp geri mi verdiler, babama mı getirdiler bilmiyorum, ancak O iki buçuk lira benim mihmandarlığımın sonu oldu onu biliyorum. O günkü 2,5 lira önemli bir miktardı, bir çırağın haftalığıydı. Belki amaçlanmamıştı ancak bu misafir ağırlama, yerli turist ile Bodrumlunun bire bir tanışmasını sağlanmış oldu. Bodrumlu da turist de ikna oldu ve o yaz ev pansiyonculuğu başladı. Zaten başka çare de yoktu, turist baskınına uğramıştık otel yapacak zamanımız da takatimiz de yoktu. Çekincesi olanlar, evine yabancı sokmayı yadırgayanlar komşularına bakarak alıştılar, bir sakıncası olmadığını görüp benimsediler. Önceleri evimizin bir odasını kiraya verdik, sonraları tüm odaları verdik, bizler bahçede divanda yattık. Baktık bu iş iyi gidiyor, gelenler çok memnun, inşaatla odalar ilave ettik evimizi pansiyon haline getirdik. Daha ileri gittik evimizi yıkıp ya da bahçemize pansiyon inşa ettik. Pansiyonlarımızın internet adresleri yoktu broşürlere yazılı telefon numaraları vardı. Turizm İnformation bürolarımızda kayıtlı idiler Bodrum’a daha önce gelenler pansiyonunun yolunu biliyor direk gidiyordu, ilk kez gelenler ya dost yönlendirmesi ya da bu turizm danışma büroları vasıtasıyla yönlendiriliyorlardı. Gelen turist bir dahaki yıl için rezervasyonunu yaptırıp gidiyordu.Önceleri mutfağı paylaştık, ya kendi yemeklerini yapıyorlardı ya da bizim yemeklerimizin tadına bakıyorlardı, kültür alışverişleri başladı, bizler onlardan onlar da bizden çok şey öğrendik, sonraları oda-kahvaltı ya geçtik derken akşam yemeği de vererek yarım pansiyon yaptık. Dostluklar kurduk gelen turistlerle ahbap olduk kimi zaman kız aldık kimi zaman kız verdik akraba olduk. Dostluklar çok uzun yıllar sürdü halen sürenleri bile vardır.Pansiyonlar çoğaldı rekabet başladı, hanutçularla gelen otobüs başlarında pansiyonlarını pazarlamaya kadar ilerledik. Sonrasını biliyorsunuz. Bürokrasi devreye girdi ve ev pansiyonculuğu bitirildi. Vazgeçemeyenler bürokrasi canavarıyla güreşerek varlıklarını sürdürmeyi denediler. Hala Bodrum’un Sokak aralarında bu pansiyonlardan varlığını sürdürenler vardır.İşte biz böyle turizme balıklama dalmıştık. Şimdinin yeni sloganı “güzel günler göreceğiz çocuklar” umudu. Ancak biz o güzel günleri önceden gördük. Yeniden görülecek güzel günler bizleri tatmin eder mi? Görmeden bir şey diyemem.Saygılar sunarım.
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)